Bu, bir rica…
Bu, bir temenni…
Bu, bir dua…
Ne olur, biraz yavaşlayalım! Ne olur; küçükken nasıl yaşıyorduk hayatı, şimdi nasıl yaşıyoruz; neleri takip ediyorduk, şimdi nelerden uzak kalmaya çalışıyoruz, düşünelim… Kimdik, neydik; ne bekliyorduk, ne hayal ediyorduk; dostluklar nasıldı, yakın olmak nasıldı birbirine, güvenmek nasıldı, insanlık nasıldı; bakalım yeniden…
Siz de muhtemelen benim gibisiniz son günlerde… İyi şeyler düşünmek, güzel şeyler hayal etmek, doğru işler yapmak istiyorum ama ne kafamı ne de yüreğimi toplayabiliyorum. Ölen çocuklar, savaşlar, karışıklıklar, kazalar, kavgalar… Başım değil yüreğim tuttu sanki… İçim ağrıyor adeta. Sağlam düşünemez oldum. Biraz gülecek olsam; gülmemem gerekiyormuş gibi, sanki hayata karşı suç işlemişim gibi hissediyorum. Tanımadığım insanlara gülümsemekten, yardıma ihtiyacı olan birine el uzatmaktan; herhangi bir yerde, herhangi bir konuda konuşmaktan, düşüncelerimi dile getirmekten, korkar oldum. İçinde yaşadığım toplum, kabuk değiştirmiş gibi… Yaşadığım toprak; başka bir renge boyandı, başka bir coğrafya oldu sanki… Başka insanlarla doldu; bütün iyilikler, güzellikler, doğru olanlar bire yerlere saklandı sanki… Sanki renkler kayboldu. Siyah ve gri bulutlarla kaplı gökyüzü gibi her yer… Astarımı yüzüme çevirmişler gibi… Her şeye yeniden başlamak istiyorum, elim kolum kalkmıyor. Yeni bir şey yapmak, yeni bir şeyler almak, yeni yerlere gitmek istiyorum; hiçbirini yapmıyorum. Yapamamak noktasını bile çoktan geçmişim sanki… Dümdüz yapmıyorum. Hayatı durdurmuş gibiyim zamanın içinde… Dolu dizgin alıp başını giden hayatın biraz yavaşlaması, kendine gelmesi için dua ediyorum.
Ben tanırım Tülay’ı… Kızsa da geçer, üzülse de üzüntüsü geçmişte kalır, tam olmuyor derken bir kararla devam eder kaldığı yerden hayata, ağrı eşiği yüksektir, sabrı sonsuzdur…
Yapamıyorum…
Televizyon izlemek, dizi takip etmek, kitap okumak bile gelmiyor içimden… Haber dinlemek, hangi zaman diliminde kaldı; hatırlamıyorum. Bir şarkı dinlerken azıcık mırıldansam yarım bırakıyorum onu…
Hayat, uzun zamandır çok farklı sebeplerle yordu bizi… Kimi düşüneceğimizi, neye bakacağımızı, kimi merak edip neye üzüleceğimizi şaşırdık. Koskoca dünyada başımızı dinleyecek, eskisi gibi mutlu olacak, beraber eğlenip beraber gülecek, şarkılar söyleyecek bir yer kalmamış gibi…
Mavi dünyamız ömre bedelken şarkılarda mavi rengi görmeye hasret kalmış gibiyiz. Düşlerimizin ışığını söndürdüler adeta. Gülmeyi unuttuk.
İnsanın insana yaptığını, hiçbir canlı diğerine yapmıyor. Hani akıl sahibi olduğu için eşref-i mahlukattı yani yaratılmışların en şereflisiydi insan? Hani bütün büyük dinleri öğretisi ve beklentisiyle doğru yolun yolcusuydu, hep olması gerektiği gibi yaşama peşindeydi?
Ne oldu da kim olduğunu unuttu bu kadar çabuk? Anne olmayı, baba olmayı; komşu, arkadaş, akraba, yurttaş olmayı; iyi insan olmayı nasıl bıraktı bir tarafa? Nasıl bütün sıfatları buharlaşıp gitti zamanın içinde?
Ayıptan, günahtan, yanlıştan bu kadar korkarken nasıl oldu da hepsinin içinde boğulup gitmeyi seçti?
Özellikle son günlerde üst üste yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız; bizi hem birbirimize çok yakınlaştırdı hem de en yakınımızdakinden korkar olduk. Sokaktaki çocuğun başını okşamak suç oldu adeta… Uçakta ağlayan bir çocuğu komik sözlerle sakinleştirmeye çalışırken elimi uzattığımda daha ona dokunamadan annesinin elimi şiddetle iterek, dokunmayın, demesiyle uyandım yeni hayata… Belki de haklıydı. Kim olduğum, çocuğuna ne niyetle yaklaştığım nereden belliydi ki ona göre? Eskiden olsa şaşırıp hatta belki de kızıp söyleneceğim bu olayı ben bile normal karşıladıysam, neler oluyordu kim bilir?
Dünyanın çıkmak üzere olan çivisinin tutulması, deli akan suyunun durulması, insan olmanın nasıl bir şey olduğunun yeniden hatırlanması lazım…
Yine de yeniden başlamamız lazım, el ele…
İnanın, başka çare yok insanlık için…