‘’İçlerinde yaşadığımız ulusal toplumlarla, yalnızca atalarımızın inancını korumak suretiyle bütünleşmeyi her yerde içtenlikle denedik. Bize bu izin verilmedi. Boş yere sadık, hatta bazen süper-sadık vatanseverleriz; vatandaşlarımızla aynı yaşam ve mal fedakârlıklarını boş yere yapıyoruz; vatanımızın sanat ve bilim alanındaki şöhretini veya ticaret yoluyla servetini arttırmak için boş yere çabalıyoruz. Asırlardır yaşamakta olduğumuz vatanlarımızda, hâlâ ve birçok kez, Yahudi ahlamalarının ülkede çoktan beridir duyulduğu bir aşamada ataları buraya henüz gelmiş bile olmayan adamlar tarafından birer yabancı olarak yeriliyoruz… Eğer huzur içinde bırakılsaydık… Ama sanırım huzur içinde bırakılmayacağız.”
Sözde eşitliklerin, kardeşliğin ve özgürlüklerin ülkesi Fransa’da, Alfred Dreyfus adında bir Fransız subayın sadece ‘Yahudi’ olduğu için haksız ithamlara uğradığını ve utanç verici bir duruma düştüğünü izleyen Avusturyalı Gazeteci Theodor Herzl, dünya Yahudileri’nin ve özellikle de Avrupa ve Rusya coğrafyasının haleti ruhiyesini bu sözlerle özetlemişti. Nitekim yaklaşık üç milyon Yahudi’nin, güçsüz ve fakirleşmiş bir halde Rusya’dan Batı’ya göçmesine yol açan 1881 Rus pogromları ve Yahudi karşıtı 1882 Mayıs Yasalarının yaşandığı işte bu dönemlerde; Çarlık Rusya’sının gizli polisinin mensupları tarafından oluşturulmuş sahte bir propaganda metni olan Siyon Liderlerinin Protokolleri çoktan dağıtıma çıkmıştı.
İnsan ve Yurttaş Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yayınlanmasından yaklaşık 250 yıl, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden de 74 yıl sonra maalesef Holokost gerçekliğine rağmen dünyanın dört bir yanında salt Yahudi nefreti ile karşı karşıyayız. Hatta bir kısmı, bugün bile, kan iftirasından Protokoller’e kadar, geçmişin mitlerinin birer tekrarı niteliğinde yalan haberleri kendi medyamız dahil utanarak okuyoruz.
Ortadoğu’da yaşanan acıları fırsat bilen bir zihniyet yaş, çevre farketmeksizin bunu antisemitizme evirmede adeta yarış halinde devam etmekte. Toplum içerisinde duyduğum ve bazen de şahit olduğum hikayeler, sessiz kalan, sessizleştikçe yok olan bir avuç Türk Yahudisi’nin gerçeklerini bizlere gösteriyor…
Modern bir eğitim alma arzusuyla gittiği özel kolejde akran zorbalığına maruz kalan, arkadaşları tarafından ‘Bebek katili’ gibi sıfatlarla seslenilen bir gencin ilerde burada nasıl bir aidiyet hissetmesini bekleyebiliriz?
Peki ya, 6-7 Eylül 1955 üzerine yaptığım bir paylaşıma bile beni tanımadan sadece ismimi görerek “Aaa Filistinle ilgili hiç sizi okumadık!” yazma ‘cesaretini’ gösterebilen klavye silahşörlerine ne demeli? Her fırsatta çocukların, annelerin öldüğü bir savaşta ‘haklı’ olanın olmadığını, bu yolun yol olmadığını ve acilen ‘barış şimdi!’ desek de bu ancak zihni berrak olanlarla konuşulabilir.
Asıl amacı saf Yahudi nefreti olan,Amelek kalıntısı,sebepsiz nefreti taşıyanlarla değil…
***
Lümpenlerin öfkelerini vasıllardan çıkarmaya çalışmasını sadece Yahudi nefretinde değil, topluma mal olan birçok hadisede görmekteyiz.
9 yaşındaki gencecik Narin Güran’ın katledilişinde içimiz yanarken,bu konunun bile toplumda yarattığı ayrıştırmayı görmekten,medyadaki kimi tartışmaları izlemekten hicap duyuyorum.
Öte yandan, toplumun onca ağır gündemi varken, bir güzellik yarışmasında torpil oldu mu olmadı mı iddiasının ne de çok söze hacet olduğunu görüp, eğitimsizliğimize hayıflanıyorum.
***
Lefter filminde 6-7 Eylül 1955’ten bahsedilir mi?
Geçtiğimiz günlerde Beyoğlu’nda, Markiz Pastanesi’nde Lefter’in hayatını konu alan yapımın çekimleri gerçekleşmekteydi. Tıpkı bu yaz başı Büyükada’da çektikleri gibi…
Kimbilir Lefter’in 6 Eylül akşamı kapısına dayanan çapulcuları, Büyükada komserinin 50 kez milli forma giymiş sporcumuzu kurtarmasını da anlatmışlar mıdır?
Oyuncular farkında mıdır çekim gününün 6-7 Eylül 1955’in 69. yıldönümü olduğunu…
İçimde bu sorularla civardan dönem kıyafetlerini giymiş oyuncuları izleyen kalabalıkla birlikte bir süre ben de etrafı gözlemledim.
Nasıl demişti Madam Eleni 6-7 Eylül 1955’i anlatırken… “Oğullarım, çocuklarım başta beraber yaşadığımız canlarımız yapmadılar ki, baştaki bir iki hain düşünce yüzünden kepenklerimizi mi indirelim, evimizden mi vazgeçelim, dostlarımızı yalnız mı bırakalım, komşularımızdan mı kopalım, gidip el yerlerde mi gömülelim vatan toprağı varken.”
Geçmişin acı gerçeklerinin geleceğe pranga vurmadığı, siyasilerin söylemlerinin ve medya dilinin bizi ayrıştırmadığı, barış ve huzur dolu bir yıl dileğiyle…