İsrail kurulduğu günden bugüne, iki konuda oldukça başarılı. Güvenlik ve istihbarat, kurucu lider Ben Gurion’un caydırıcılık, erken uyarı, savunma, kararlılık ve başarı olarak sıralanan ulusal güvenlik stratejisi ile üstünlüğü elinde tutuyor. Şüphesiz ki savunmaya yapılan yatırımlar yalnızca seyir füzeleri, İHA’lar veya neredeyse herkesin bildiği Demir Kubbe (Kipat Barzel), Davud Sapanı (Kela David), anti balistik füze sistemleri olan Arrow-2 ve Arrow-3’ten ibaret değil. Güvenliğe böylesine önem veren bir ülkenin yazılım ayağında yetersiz kalması neredeyse imkânsız. Tam da bu nedenle İsrail halkının bir kısmı 7 Ekim saldırılarının bir başka 11 Eylül hikâyesi olduğunu düşünüyor. Keshet 12’nin (Kanal 12) yaptığı ankete göre kamuoyunun Netanyahu'yu, 7 Ekim felaketinden İsrail'in en sorumlu kişisi olarak gördüğü belirtilmiş. Buna göre ankete katılanların yüzde 39'u sorumlu kişinin Netanyahu olduğunu söylerken, yüzde 18'i eski askeri istihbarat şefi Aharon Haliva'nın suçlu olduğunu belirtmiş. Ancak ankette çarpıcı bir sonuç var ki o da İsraillilerin yüzde 72'sinin Netanyahu'nun 7 Ekim'deki başarısızlıklar nedeniyle istifa etmesi gerektiğini düşünmesi.
Konumuz İsrail hükümeti değil elbette, ancak 17 ve 18 Eylül’de yaşanan olaylar, bütün dünyanın eşzamanlı olarak gözlerini Lübnan’a çevirmesine neden oldu. 17 Eylül günü İsrail-Hizbullah çatışmalarında yeni bir dönemece girildi ve tüm gözler peş peşe alev alan Hizbullah'a ait binlerce çağrı cihazı ve bir gün sonrasında telsizler nedeniyle Lübnan’a çevrildi. Olaylarda en az 39 kişi hayatını kaybederken, yaklaşık 3 bin kişi de yaralandı.
Bu tarz bir saldırı ilk değil, ancak korku uyandırmasının ve farkındalık yaratmasının bazı nedenleri var. Bunlardan ilki tarihte ilk defa eş zamanlı patlamaların gerçekleşmiş olması. Üstelik eylemin bir defa ile sınırlı olmaması ve bir gün sonrasında telsizlerin de devreye girmesi yalnızca hedef alınan gruba değil, bütün dünyaya şok yaşattı. O güne dek filmlerde görülen veya olası olduğu söylenen bir olayın gerçekleşmiş olmasıyla dünya liderleri ulusal teknolojinin ve dışa bağımlı olmamanın ne denli önemli olduğunu vurgulamakla birlikte insanların, işe giderken, tuvalette otururken, televizyon izlerken veya tabletle oynarken patlatılır mıyım gibi saçma sorular sormalarının da yolunu açtı. ‘Virüs göndermişler’, ‘uydudan kontrol etmişler’, ‘bir düğmeye basmışlar cihaz ısınıp patlamış’ gibi şehir efsaneleri viral olmuşken olayın aynı zamanda oldukça başarılı bir istihbarat ve eylem planı olmasının ortaya çıkmasıyla siber istihbarat, elektronik istihbarat, sinyal istihbaratı ve insan gücü gibi farklı birimlerin uyum içerisinde işlemesinin hayati önem taşıdığı bir kez daha kanıtlandı. Son olarak ekipmanların (telsiz ve çağrı cihazları) tedarik zincirine sızılması savaş literatürüne yeni bir maddenin daha eklenmesini ve hammaddenin ne derece hayati önem taşıdığını da gündeme getirdi. Tayvanlı şirket Gold Apollo, çağrı cihazlarının Macaristan merkezli BAC tarafından üretilip satıldığını bildirirken, BAC sadece aracı olduğunu ifade etti. New York Times gazetesi, kaynağını belirtmediği üç istihbarat yetkilisine dayandırdığı haberle BAC'nin, patlayıcı çağrı cihazları üretmek için kurulan İsrailli bir paravan firması olduğunu bildirdi. İkinci günün saldırılarındaki cihazların da Japonya merkezli radyo ekipmanı üreticisi Icom üretimi bir modele benzediği görülmüş ve firma, saldırılarda kullanıldığı iddia edilen modelin üretimini on yıl önce durdurduğunu açıklamıştı.
Olayların ardından alanları ne olursa olsun üniversite öğrencilerinin siber güvenlik, siber saldırı, dijital savaş gibi konulara ve derslere daha fazla ilgi duymaya başladığını fark ettim. Siber saldırılar ilk kez olmuyor, yakın geçmişte oldukça popüler olan ABD ve İsrail'in, İran'ın nükleer çalışmalarını sekteye uğratmak için kullandığı solucan yazılım olan Stuxnet (2010), Sony Pictures Entertainment ağına sızarak büyük miktarda veriyi sızdıran ve Sony Pictures’a ait çeşitli hassas bilgileri ifşa eden Barışın Koruyucuları olarak tanımlayan bir hacker grubunun neden olduğu Sony Pictures Olayı (2014), bir çevrimiçi flört ve eş arama sitesi olan Ashley Madison’ın veri tabanının ele geçirilerek kullanıcıların kişisel bilgilerinin ifşa edildiği Ashley Madison (2015), Ukrayna merkezli başlayan ancak hızla dünya geneline yayılarak büyük şirketlerin ve devlet kurumunun bilgisayar sistemlerinin zarar gördüğü ve büyük miktarda veri kayıplarının yaşandığı NotPetya (2017), 99 ülkede 230 bin bilgisayara bulaşarak 28 dilde fidye talep eden geniş çaplı bir siber saldırı olan ve birçok kuruluşun ve hastanenin bilgisayar sistemlerini kilitleyerek fidye talep eden Wannacry (2017) bunlardan birkaçı.
Ne olursa olsun tüm bu olaylar ülkelerarası ilişkilerin, dengelerin, teknolojik olarak atılacak adımların farklı bir merhaleye ilerleyeceğini haber verirken ülkelerin geleceği olan çocukların ve gençlerin dışarıya kaptırılması yerine, eğitim sisteminin dogmalardan arındırılıp bilime yaklaşarak her zamankinden çok daha kuvvetli olması gerektiğinin elzem olduğunu gösteriyor. Yönetimler bilmeli ki yitirdikleri insan gücü, kök salıp yetiştikleri ülkelerin gücü haline gelmekte.