“Başında olduğum bu hükümet yıllardır komşularımızla aramızda süregelen çatışmaları durdurma ve barışa bir şans verme hedefiyle yola çıktı. 27 yıl boyunca asker olarak görev yaptım, barış umudu olmadığı sürece savaştım. Bugün barış yapmak için büyük bir açılım var, umudumuz var.
Ben her zaman ülkemiz halkının çoğunluğunun barışı istediğine ve barışı elde etmek için risk almaya hazır olduğuna inandım. Siz burada bulunarak bu ülkenin barış ve huzurlu bir gelecek istediğini ve şiddete hayır dediğini kanıtladınız. Barış, Yahudi milletinin dualarında binlerce yıldır yer alıyor. Bugün bunu gerçekleştirme fırsatına sahibiz.
Barış yolu zorluk ve acılarla doludur. Barış yolu savaş yoluna tercih edilecektir. Bunu size bu ülkenin başbakanı ve savunma bakanı, bu ülkeyi korumak için hayatını kaybeden yüzlerce askerin acısını aileleriyle paylaşmış biri olarak söylüyorum. Çocuklarımız ve torunlarımıza daha iyi bir gelecek hazırlamak amacıyla söylüyorum.
Bugün burada bulunmanız Arap komşularımıza ve tüm dünyaya, Yahudi milletinin ve İsrail halkının barışı istediğini gösteren en önemli mesajı veriyor. Hepinize çok teşekkür ediyorum.”
Yitzhak Rabin’in 4 Kasım 1995 günü, suikast sonucu öldürülmesinden hemen önce ağzından son bu cümleler dökülmüştü…
“Ben buraya, şiddet içeren dini aşırılık dalgalarının kendi modern kıyılarını yalamasına izin vermeyen dost ve aydınlık İslam kültürü, Türkiye’ye, takdirlerimizi ifade etmeye geldim. Türkiye, felsefe, sanat, bilim, mimari ve insan yaratıcılığının tüm alanlarına büyük katkısı olmuş İslam medeniyetlerinin görkemini temsil etmektedir.
Türkiye, bugün de İslam kültürünün onurunu, tahrik, nefret ve terör vasıtasıyla onun gerçek imajını bozmaya çalışanlara karşı en ön sırada korumaya devam etmektedir. Türkiye’nin takip ettiği yolu çepeçevre bir uyum yaratma vasıtası olarak görüyoruz. Diğer taraftan İran – saklamayacağım – diğerleri üzerinde kendi hegemonyasını kurmaya amaçlamaktadır. Türkiye inanca, İran endişeye yol açmaktadır. Bu nedenle Türkiye hem Ortadoğu hem de Avrupa için gereklidir. Benim görüşüme göre, Avrupa’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin Avrupa’ya ihtiyacından daha az değildir.
İsrail halkı adına, sizleri ve halkımızın rolünü ve görevini selamlıyorum.”
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden konuşma yapmış İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres, Türkiye’nin Ortadoğu’daki barışı sağlamadaki inancını uzun bir konuşmayla belirtmiş ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Memleket’ şiirini okuması sonrası ayakta alkışlanmıştı…
Bu barış dolu zamanların üzerinden bir ömür misali zaman geçti… Artık ne barış umuduyla konuşan liderler var, ne de o eski güzel zamanlar. Ortadoğu her geçen gün kana bulanıp, her şeye rağmen rehineler geri dönmezken, savaşın nereye evrileceği ve savaşın sonucu olarak daha ne kadar masum insanın hayatını kaybedeceği bilinmezliğini koruyor.
Sizce Türkiye’de ve dünyada gözle görülür ve hissedilir bir şekilde artan antisemitizm 7 Ekim sonraki sürecin bir sonucu mu yoksa halihazırdaki antisemitizmin bir dışa vurumu mu?
Şüphesiz birçok iyi niyetli komşumuzun 7 Ekim sonrasında İsrail’in tutumuna tepkisi, savaşların hiçbir sonuç getirmeyeceğini en iyi bilecek ve Ortadoğu’nun tek demokratik ülkesinin maalesef tekrardan bu girdabın içerisine girmiş olmasıdır.
Geçtiğimiz İbrani yılı bizlere umut yerine daha çok keder, üzüntü ve endişe getirdi. Tarihimiz bizlere ümitsiz olmamayı ve her koşulda en mükemmelini gerçekleştirmeyi öğretmiştir. Bu zor dönemlerde, kimi zaman kimliğimizi taşımak daha da ağırlaşsa da bir ‘toplum’ olarak kalabilmek, her zamankinden daha fazla birbirimize kenetlenebilmek atalarımızın mirasını geleceğe taşıyabilmemizi mümkün kılabilir.
Bizleri gelişmekten ve ilerlemekten alıkoyacak tüm düşüncelerden arındığımız, elimizde kalanlarla en iyisini yapmaya her daim gayretimizin tükenmediği, dopdolu sofralarda artarak paylaşacağımız bir bayram dileğiyle. Hepimize Şana Tova U Metuka…