İsrail için 'özeleştiri' vakti…

Dr. Remzi ÇETİN Köşe Yazısı
9 Ekim 2024 Çarşamba

Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının birinci yıldönümünde, İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı operasyonlarının sonucunda 41 bini aşkın Gazzeli yaşamını yitirdi.

Aklı olan hiç kimse, Gazzeli ve İsrailli sivillerin acı çekmesini savunmuyor. Hatırlayın lütfen, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın saldırılarının ilk günlerinde İsrail Cumhurbaşkanı İzak Herzog’u aramış ve saldırılardan duyduğu üzüntüyü dile getirerek kendilerine taziyelerini iletmişlerdi.

Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan da aynı tonda devam etmiş; ancak süreç uzayıp da İsrail’in Gazze’deki Hamas varlığını bertaraf etme hedefi sırasında, aralarında çok sayıda kadın ve çocuğun da bulunduğu o kanlı görüntüleri takiben Ankara, İsrail hükûmetiyle köprüleri tümüyle atmıştı.

Ankara’nın Tahammül Edemediği O Şey

Ankara, onlarca yıl, Arap komşularını da karşısına alma pahasına İsrail’in bölgede ‘var olma’ hakkını hep savunmuş ve ikili ilişkilerini özellikle, askeri-istihbari ve diplomatik-ekonomik açıdan geliştirmiştir. Ankara, hiçbir zaman, İsrail’in ‘nefsi müdafaa’ hakkının karşısında durmadığı gibi, İsrail’in bunu kullanırken sivillerin yaşam alanları ve kayıplarına dikkat etmemesine tahammül de edememiştir. Nihayetinde, 7 Ekim saldırılarından sonra Ankara, İsrail’le normalleşen ilişkilerini ilk haftalarda iyileşme düzeyinde tutacak; ancak bölgeden gelen trajik görüntüler itibarıyla yüzünü, Hamas’a dönmeyi tercih edecektir. Ankara’yı bu tercihe zorlayan, Netanyahu’nun sivil hassasiyetleri göz ardı eden politikalarının olduğu açıktır.

Erdoğan’ın İsrail’le Yakınlaşması Taktik Değildi

Erdoğan’ın New York’taki Türkevi’nde Netanyahu’yla el sıkışması, günü geçiştirici bir taktik değildi. Türkiye ve İsrail, başta Doğu Akdeniz olmak üzere, birçok çıkar ve kazanç alanında konsensüs oluşturmaya başlamışlardı. Öyle ki Erdoğan, Filistin konusunda hassas olan parti tabanı ve sağ cenah muhalefetin tepkilerini de göğüsleyerek başbakanın Netanyahu olduğu bir İsrail’le normalleşmeye girdi. Netanyahu hükûmetinin 7 Ekim saldırılarından sonra Gazze’ye gerçekleştirdiği operasyonları, Ankara’da hayal kırıklığı yarattığı gibi; İsrail’le normalleşme sürecinin ya erken bir girişim ya da hatalı bir adım olduğu izlenimi, ne yazık ki Gazze’de sivil kayıpları arttıkça daha da ağır bastı. Kısacası, Ankara’nın kabullenmediği en önemli nokta, İsrail’in ‘nefsi müdafaadan katliamlara varan eylemleri’nin olduğu çok açık; ancak Netanyahu hükûmetinin bunu anlayabilmesi, bunca gürültü arasında mümkün değil artık.

Netanyahu, Türkiye’yi İyi Biliyor; Ancak…

Ve işin en ilginç durumuna bakın ki İsrailli siyasetçilerin arasında Türkiye’yi en iyi bilen ve tanıyan biri olan Netanyahu’nun döneminde iki ülke ilişkileri neredeyse kopma noktasına geldi. 1996 seçimleriyle iktidara geldiği ilk yıllar dahil; 2009 seçimleriyle uzun süreli başbakanlığı ve 7 Ekim sabahına kadar Türkiye’yi iyi okuyan ve bölgede Türkiye’yi önemseyen bir siyasetçi olan Netanyahu’yu, Erdoğan’ın Hamas’la yakınlaşması öfkelendirmiş olabilir; ancak Türkiye ile ilişkilerde ‘sonuçlardan’ daha çok; ‘nedenlere’ odaklanması, kendisinin Türkiye’yi anlayabilmesinde faydalı olabilir. Bu durumda, İsrail’in öz eleştiri vakti geldi de geçiyor bile…

İsrail, Kendi Evinde Güvende mi?

Bir diğer konu ise Netanyahu’nun Gazze ve Güney Lübnan müdahalelerini takiben, vites yükselterek İran’la da sıcak çatışma konusunda -elbette yıllardır olduğu gibi- gayet istekli davranmasıdır. Tam da bu noktada, şu sorular önemli: İsrail kendi evinde güvende mi ki? Ve yine, kendi evinde barışı ve tam demokrasiyi sağladı mı ki İran’a demokrasi ya da barışı götürebilsin? İran destekli Hizbullah, İsrail’in kuzeyinde yaşayan vatandaşlarına onlarca yıldır huzur vermiyor, yüzlerce füze gönderiyor, doğru; ancak birilerinin Netanyahu’ya, 2000’li yılların başında olmadığını hatırlatması gerekiyor.

Bibi’nin Üslûbu Tanıdık Geldi

İsrail’in Güney Lübnan’daki olası varlığı, 1978-2000 evresindeki varlığından çok daha meşakkatli olabilir. Tanklar, Güney Lübnan’a doğru yürürken Netanyahu’nun İran halkını özgürleştirme gibi iddialı bir söylemi de diline dolaması bizlere, 2003 Irak işgali öncesi oğul Bush’un ifadelerini hatırlatmadı değil. Diğer taraftan Bibi; Haniye ve Nasrallah suikastlarıyla sağdan soldan popülaritesini artırmış olabilir; ancak bu gelişme, İsrail için özeleştiri vaktinin geldiği gerçeğini gölgelemez.

Şiddet Sarmalı İçinde Özeleştiri…

Tel Aviv ve Kudüs sokaklarındaki İsraillilerin tepelerinde İran füzeleri dolaşırken naçizane tespitlerim etrafında öz eleştiri önerilerimi önemseyeceklerine kuşkuyla yaklaşıyorum. Ancak, o füzeler ya da bombalar aylardır sadece İsraillerinin üzerinde gezinmiyor. Tekrarlıyorum, 7 Ekim saldırıları gerçekleştiğinde aklı başında hiç kimse, İsrail’in nefsi müdafaa hakkına laf etmedi. Aksine, sivillerin kaçırılması ve kötü muameleye karşı birçok kesimden Hamas’a ses yükseldi; ancak İsrail, her zamanki gibi o sert ve topyekûn cezalandırmaya dayalı güvenlik ve savaş doktrinini uygulamaya başlayıp kantarın topuzunu kaçırdığında, kendisini destekleyen birkaç Batılı devletin dışında yanında kimseyi bulamadı. Hâliyle Türkiye de başlangıçta İsrail’e onca telkin, soğukkanlı ve ‘bekle-gör politikası’yla yaklaşmasına rağmen, her geçen gün İsrail’den uzaklaştı. Ve işin en acı veren tarafı da şiddetin şiddeti ve nihayetinde bir kısır döngü haline gelen ‘şiddet sarmalı’nı da doğurması, saldırılardan sadece birkaç hafta içinde gerçekleşti. Sonrasında, gelişen acı gelişmelere ne yazık ki hepimiz şahidiz…

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün