Amerika seçimleri, Amerikan Merkez Bankası kararları gibi dünya ülkelerini yakından ilgilendiriyor. Ülkeler, olası sonuçlara göre stratejilerini belirlemeye başladılar bile. Bunların arasında, elbette ki dünyanın ikinci süper gücü Çin’in hazırlıkları çok önemli.
1972 yılında, Çin Devlet Başkanı Mao Zedong, Çin'e ayak basan ilk ABD Başkanı Richard Nixon'a, ABD ve diğer Batılı ülkelerde siyasi sağı sevdiğini ve sağcı liderler iktidara geldiğinde mutlu olduğunu dile getirmişti. Mao bu tercihin nedenini açıkça belirtmese de Nixon, bunun sebebinin Batılı sağcı liderlerin ülkelerinin ekonomik ve güvenlik çıkarlarına daha fazla önem verdiği, solcu politikacıların ise politikalarını ideoloji ve siyasi değerlere dayandırma eğiliminde olduğunu düşünmüştü.
Son 75 yıl içerisinde, ABD-Çin ilişkilerine daha büyük katkıyı Demokratların mı yoksa Cumhuriyetçilerin mi sağladığını değerlendirmek zor. Örneğin, bir Cumhuriyetçi olan Nixon, Çin ile ilk buzları kıran kişi olmasına rağmen, Pekin ile diplomatik ilişkiler kurmaya karar veren kişi bir Demokrat olan Başkan Jimmy Carter'dı. Çin Halk Cumhuriyeti'nin 1949'da kurulmasından bu yana, ABD'de yedi Demokrat ve yedi Cumhuriyetçi başkan görev aldı ve her iki parti döneminde de ikili ilişkilerde büyük ilerlemeler kaydedildiği gibi krizler de yaşandı.
Yakın geçmişte Trump dönemine göz atarsak, Trump’ın ‘Önce Amerika’ sloganı, özellikle Çin'e yönelik dış politikasını şekillendirdi. Bu yaklaşım, büyük ölçüde Amerikan seçmenlerinin küreselleşme konusundaki endişelerine bir yanıt niteliğindeydi. Ancak, Trump yönetimi Çin'e karşı cezalandırıcı tarifelere ve diğer tedbirlere rağmen, teknolojik rekabet ve Tayvan gibi hassas konularda uzlaşmaya istekli olduğunu gösterdi.
Biden yönetimi ise Amerikalıların refahının uluslararası bir boyutu olduğunu açıkça belirtti. Bu nedenle Biden, ABD'yi Çin'e daha az bağımlı hale getirmeyi amaçlayan büyük ölçekli altyapı yatırımlarını ve üretim politikalarını şekillendiren kanunlara imza attı. Diğer taraftan, Asya-Pasifik bölgesinde Biden yönetimi, Tayvan Boğazı ve Güney Çin Denizindeki askeri varlığını artırdı.
Kasım ayında yapılacak ABD seçimlerinin başkanlık yarışında Çin politikası çok fazla yön değiştirmiş gibi görünmüyor. Her iki aday da Pekin'e karşı sert bir tutum sergileme ve küresel rolünü kısıtlama konusunda yarışıyor.
Çin’e gelince, bazı akademisyen çevreler, “Trump ve Kamala Harris, Pekin için iki kap zehirdir; İkisi de Çin'i bir rakip ve hatta bir düşman olarak görüyor," diye düşünüyor. Bazıları daha ileri giderek, "Trump seçilirse, gök ve yer sarsılacak ve Çin-ABD ilişkileri şiddetli bir fırtınaya yakalanacak," diyor. Ayrıca Trump'ın Ukrayna'daki savaşı sona erdirebileceğinden ve ardından Tayvan’a odaklanabileceğinden endişe ediyorlar. Öte yandan, Trump'ın Avrupa ile ABD arasında bir bölünmeye yol açarak NATO oluşumunu zayıflatacağı ve bunun Çin’e büyük fayda sağlayacağı yönünde düşünceler de mevcut.
Çin’de genel olarak Trump yerine Kamala Harris tercih ediliyor. Harris'in içe dönük odaklanması ve toplumsal değerlere öncelik verme eğilimi, Çin'e ABD politikalarını yeniden kalibre etme fırsatı verebilir. Ayrıca, bu durum Çin'in ekonomik büyümesi için hayati önem taşıyan ABD ile iş birliğini canlandırma konusunda fırsat sunabilir. Ancak, Kamala Harris'in başkanlığından çok, Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan gibi Çin’e yönelik şahin politikalarda etkili olan isimleri görevde tutup tutmayacağı daha fazla merak konusu açıkçası.
Öte yandan, Pekin, ülke genelinde ekonomik istikrar peşinde. Bunun için dış ticarete ve teknolojik iş birliklerine ihtiyacı var. Kaos içindeki bir dünya, Çin'in ticari çıkarları için risk oluşturuyor ve ülkenin zor durumdaki ekonomisi böyle bir istikrarsızlığa tahammül edemez. Nisan ayında Xi Jinping, ABD Dışişleri Bakanı Blinken'a yaptığı açıklamada, "Çin, kendine güvenen, açık, müreffeh ve gelişen bir Amerika Birleşik Devletleri'ni memnuniyetle karşılıyor ve ABD'nin de Çin'in gelişimine olumlu bakmasını umuyor" ifadelerini kullandı.
Çin ve Amerikan halkları arasında geleneksel bir dostluk mevcut. ABD’nin, Çin'e ve onun gelişimine karşı olumlu ve rasyonel bir tavır takınması, Çin’i memnun ediyor. İki ülkenin de birbirlerinin gelişimini bir meydan okuma yerine bir fırsat olarak görmeleri gerekir. Her iki ülke de çok farklı medeniyetlere, politik sistemlere ve kalkınma yollarına sahipler. Aralarında istikrarlı bir birlikte yaşama düzeni sağlayabilirlerse, evrendeki şu küçücük noktaya büyük bir nefes aldırmış olacaklar.