Çok mutluyum biliyor musunuz?
İlelebet payidar kalacak olmanın derin huzurunu, rahatlığını ve ayrıcalığını yaşıyorum. Biliyorum ki en çok Türk Milletine yakıştım ben. Biliyorum ki dini, ırkı, mezhebi, kökeni, cinsiyeti ne olursa olsun; bu topraklar üzerinde yaşayan her fertte aynı değere, aynı, güvene ve aynı sevgiye sahibim. İnanıyor bana herkes… Ben, Mustafa Kemal’in bu millete en büyük hediyesiyim. Beni bu millete veren eliyle yazdığı hitabesi, bana ulaşılan yolun en büyük uyarısı ve nasihati… Kendi gibi içten, kendi gibi net, kendi gibi zamansız… Ben de yaş alıyorum ama yaşlanmıyorum. Adımı koyan ilk cumhurbaşkanım gibi her an genç, her an taze, her an olduğum gibiyim. Çünkü uyanık yaşıyorum.
Bütün dünyada bir karmaşa var. Kimse yaşadığı yerden, sahip olduklarından memnun değil; neredeyse hiç kimse kendini güvende hissetmiyor. Bense doğduğum günden beri; sahip olduğum iyi niyetle, sahicilikle, dürüstlük, inanç ve kararlılıkla insanlara kalbimi açarak ama onu kırmalarına asla izin vermeyerek yaşıyorum. Dikkatliyim, farkındayım, takipteyim.
Çoluk çocuk herkesin, sokakları, caddeleri doldurarak marşlar söyledikleri; adımın geçtiği şarkılarla yeri göğü inlettiği, doğduğum günden bugüne kadar taşıdığım ve hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim özgürlük anlayışımın daha çok farkına varıldığı doğum günlerimi çok seviyorum. Büyük binalara asılan, okulların gönderlerinde süzülen, çocukların pembe beyaz avuçlarıyla sıkıca tuttukları bayraklar; bütün okulların bahçelerinde gününde yapılan bayramları, gece düzenlenen fener alayları; hepsi benim için… Bu millet için adı gibi, varlığı gibi, inancı gibi, hayata bakması gibi, nefes alması gibi o kadar gerçeğim ki bana bağlı olanların tamamı; nerede, ne zaman olursa olsun benimle beraberdir. Bunu nasıl dile getirdiklerinin hiçbir önemi yoktur. Onlar ben olmuştur, ben de kendimi onlardan ayrı düşünemem.
Kimselerinkine benzemeyen bir hikâyem var benim… Bütün savaşlar, kayıplar; o kadar büyük bir fakirlikten çok kısa bir süre sonra dünyaya gelmeye karar vereceğimi, neredeyse hiç kimse düşünmemişti Gazi Mustafa Kemal’den başka…
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesinin, öncelikle 18. ve 24. maddelerini bahane ederek memleketimize dört bir yandan girenler vardı… Ama hiçbiri, çizmeleriyle adım adım çiğnedikleri bu memleketin adının; tam dört yıl, üç yüz altmış dört gün sonra cumhuriyet olacağını -bırakın akıl- tahmin bile edememişti. Çünkü bütün bu başarı hikayesinin baş kahramanı olmayı bir tarafa bırakıp sahip olduğu ne varsa dünyaya gelmemle bana devredecek ve beni büyütürken benimle birlikte geliştirecek biri vardı.
On yaşıma geldiğimde ülkenin her yerinde büyük işler yapılıyordu, ekonomiyi kalkındırmak için, İzmir’de iktisat kongresi zaten toplanmıştı ben doğmadan… Çok kısa bir süre sonra, Ziraat Bankası, çiftçiye tarım kredisi verme kararı aldı. Nisanda, vermişti bile… Hemen ardından demir yolları genel müdürlüğü oluşturuldu. Demiryolları, yabancıların elinden alındı. İzmir’in kurtuluşunun yıl dönümünde İş Bankası kuruldu. Sonra fabrikalar kurulmaya başlandı. Maddi durumu iyi olanlar bisküvi, çimento, konserve, ipek ve iplik fabrikalarını kurdular. Hatta Cavit Cav diye bir genç, 1928’de Amsterdam’da yapılan bisiklet yarışlarına katıldıktan sonra yurda dönüp bisiklet fabrikası bile kurdu.
Ardından, ilk adı Sanayi ve Maadin Bankası olan Sümerbank kuruldu. Ticaret odaları kanunu kabul edildi. Darphane, benim adımı taşıyan ilk altını bastı. Uçak montaj fabrikası açıldı ben doğmadan… Bugün adını çok iyi bildiğiniz, bazı önemli yayınevleri, o zaman kuruldu. Bütün bunlar olurken memleket sadece 13 milyon 648 bin 270 kişiydi. Bu kadar az sayıda insanın içinden çıkan girişimciler, bunu yapabildiyse benim için; 85 milyon 372 bin 377 kişiden, beni yarınlara daha sağlam bir şekilde götürmeyi planlayan ne kadar çok kişi çıkar, kim bilir?
Şanslıyım, mutluyum, gururluyum. Onun emanetiyim. Bütün varlığımla, sizinim.
İlelebet, payidar kalacağım.
Onun söylediği gibi…