Yukarıdaki başlık yüzünden beni yanlış anlamayın, gazetemizin bu güzide köşesini elbette kendi öz kızımla yazışma aracı yapmayacağım. Niyetim sadece siz sevgili okurlarımla biraz dertleştikten sonra kızıma sesimi duyurmak.
Fakat öncelikle size Melis’i tanıtmalıyım. Kariyerinde çeşitli ödüller kazanmış başarılı bir grafik tasarımcıdır. Kendine özgü tarzıyla tasarladığı çeşitli logo ve amblemleri, kitap kapakları, bilboard ve afişleri mutlaka bir şekilde gözünüzün önünden geçmiştir. Haliyle çoğu kitaplarımın kapak tasarımlarında imzası ve emeği vardır.
Bir yazar için her yeni kitap tıpkı doğum gibidir. Sancılı bir sürecin sonunda matbaadan ulaşan ilk nüsha, yazarının ellerinde özenle tutulan yeni doğmuş bir bebektir adeta! Kitabının sayfalarını bir bir çevirirken bakışlarındaki şefkat parıltısı, tıpkı annenin kucağındaki yavrusuna bakmasına benzer… Kendisi için artık dünyanın en güzel bebeğidir elinde tuttuğu.
Ama dedim ya, bütün bu mutluluk tablosu oldukça sancılı bir sürecin sonunda gerçekleşir. Hele ki yazar kitabının tasarım sürecinde çok yakın bir dostu ya da daha vahimi öz kızıyla işbirliği yapmışsa, bu doğum sancısı kat be kat artar… tecrübeyle sabit!
Ancak, daha önce de birkaç doğum yapmış deneyimli bir yazar olarak itiraf etmeliyim ki son kitabımın yapım aşamasındaki sancılar, yalnız bundan öncekileri değil, yaşantım boyunca başımdan geçmiş tüm diş, karın, boğaz ve baş ağrılarımı, hatta apandisit krizimi dahi gölgede bırakacak şiddetteydi!
Aslında bu kitabı yazmaya yaklaşık beş yıl önce niyetlenmiştim. Fakat bir türlü nasıl başlayacağımı bilemiyordum. Hatta evvelce bu köşede yayımlanan bir yazıda konuyu açmış, 1912-13 yıllarındaki Edirne kuşatması esnasında Alyans Kızlar Okulunun müdireliğini yapmış, annemin halasının Fransızca olarak kaleme aldığı anılarından etkilenerek onları Türkçe’ye çevirmek istediğimi belirtmiştim.
Bu yazım üzerine değerli araştırmacı Rıfat Bali anında tepki göstererek beni bir güzel haşlamış, bu anıları yıllar önce kendisinin tercüme ettiğini ve Tarih ve Toplum dergisinde dört bölümlük tefrika olarak yayımladığını, hatta keşfettiğimi sandığım kitabın da kendi gayretleriyle İsis Yayınevi tarafından basıldığını belirtmişti. “Bütün bunları yaptım ama bir işe yaramamış” diyerek de üzüntüsünü bildirmişti.
Gelin görün ki, ben o tarihlerde henüz Angèle Guéron’un annemin halası, yani aile içindeki adı her defasında ‘Talihsiz Anjel’ diye geçen büyük halam olduğunu bilmiyordum! Bu gerçeği tesadüfen öğrendiğimde ise büyük bir heyecanla kitabı bulup anıları okumuş, kitabın başındaki Rıfat Bali’den söz eden açıklamayı ya atlamış ya da unutmuş olmalıydım.
Ne yalan söyleyeyim, Rıfat Bali’nin yerinde uyarısı heyecanımı yitirmeme ve duraklamama neden oldu. Araya bir de COVID pandemisi girince projeyi tamamen askıya aldım, ev hapsinden istifade iki yeni kitap yazdım. Fakat Angèle Guéron’un anıları hep zihnimin bir köşesinden beni taciz edip duruyordu.
Ta ki bir gece büyük halam rüyama girene dek! Ertesi sabah kararımı verdim; bu, içinde büyük halamın anılarının da yer alacağı bir grafik roman olacaktı. Ardından birkaç kez Edirne’ye gidip geldim, fotoğraflar çektim, bazı yetkili ve bilgililerle konuştum, Balkan Savaşları ve Edirne Kuşatması ile ilgili ne kadar kitap, makale varsa bulup okumaya çalıştım. Liseden arkadaşım, kartpostal koleksiyoncusu Seyhun Binzet’in muazzam arşivine dalıp dönemin kartpostallarını buldum ve sonunda işe koyuldum.
Bu yılın başlarında artık elimde 20,5 X 29 sm boyutlarında standart sayılacak ölçülerde bir albüm taslağı vardı. Meğer asıl sıkıntım bundan sonra başlayacakmış! Ülkeyi derinden etkileyen ekonomik kriz ve enflasyondan kitap sektörü de nasibini almış, kâğıt fiyatları uçmuştu! Kitabı basacak yayınevi, haklı nedenleriyle önerdiğim ölçüleri kabul etmedi. İş yine başa düşmüştü. Bereket ailemde bu konunun uzmanı diye bildiğim bir grafik tasarım ustası vardı: Övünmek gibi olmasın ama öz kızım Melis!
Kitabı istenen 13,5 X 21 boyutlarında küçültmem için yepyeni bir kurgu ve tasarım gerekiyordu. Her şey sil baştandı. Bu kadar yakın iki aile bireyinin birlikte böyle bir işe girişmesi dışarıdan heyecan verici görünse de, beraberinde bazı ufak tefek sorunları getirmiyor değildi. Huyum kurusun ben biraz pimpirikliyimdir, fakat normalden hızlı çalışırım. Melis ise yaptığı işi uzun uzadıya sorguladıktan sonra işe girişir. Üstelik bir başına çalışmaya alışmıştır, işine müdahale edilmesinden haz etmez. Yine de müşterek çalışmamız boyunca gösterdiği engin sabır takdire şayandı. Ta ki sıra kitabın kapağına gelene kadar… Filmin koptuğu yer tam da burası oldu. İzninizle şimdi kızıma sesleniyorum:
Melis’ciğim, bak sana söz veriyorum kitabın kapağına karışmayacağım. Ailen, oğlun, kocan, annen, herkes seni merak ediyor. Özledik! Lütfen artık eve dön! Kitabın kapağı sen nasıl uygun gördüysen öyle olsun, ama hiç değilse renk konusunda...