Dünyada çatışmalar, terör örgütleri ve egemenlik tartışmaları uzun yıllardır süregelen bir kısır döngü yarattı. İsrail-Filistin meselesinden, Türkiye'nin PKK ile mücadelesine, Katalonya'daki bağımsızlık taleplerinden Çeçen-Rus gerilimlerine kadar, her bir çatışma farklı toplumların aslında kimliklerini, travmalarını ve geleceğe dair umutlarını şekillendirmekte.
Ancak, tüm bu çatışmaların kökenine inildiğinde, karşımıza kıymetli hocam, politik psikolojinin dehası kabul edilen 5 kez Nobel Ödülü’ne aday gösterilen ve Sigorni Ödülü sahibi, Prof. Dr. Vamık C. Volkan’ın yıllardır dile getirdiği “Büyük Grup Kimliği ve Psikolojisi” kavramı çıkar.
Volkan der ki: “Bir toplumun büyük grup psikolojisi, geçmişte yaşadığı travmalardan, seçilmiş acılardan, kültürel değerlerden ve tarih boyunca yaşadığı kayıplardan beslenir.”
Bu kimlik, bir milletin ortak hafızasında derin izler bırakır ve nesilden nesile aktarılır. Türkiye’nin PKK’yı terör örgütü olarak görmesi ve dış ülkeler bu örgütü muhatap aldığında hissettiği öfke, işte tam da bu büyük grup kimliğinin bir yansımasıdır.
Aynı şekilde, İsrail’in Filistinli bazı grupları terörist olarak değerlendirmesi de kendi tarihsel ve psikolojik travmalarına dayanır.
Ancak burada dikkate değer olan, her iki örnekte de karşılıklı olarak benzer algılara sahip olunmasıdır. Bu durumda, insan kaçınılmaz olarak şu ironik soruyu sormadan edemiyor:
Biz de kendimizi farklı mı zannediyoruz?
***
Tarihi olaylar, toplumların algılarını şekillendirirken, bu algılar toplumlar arası çatışmaların devam etmesine neden olur. 1963’te Kıbrıslı Türklerin kendilerini koruma amacıyla oluşturduğu TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı), kurulduğu günden bugüne Kıbrıslı Rumlar tarafından bir “terör örgütü” olarak nitelendiriliyor. Bizler ise TMT’yi bir kurtuluş örgütü, milli bir kahramanlık destanı olarak anıyoruz.
Aynı döngüyü İspanya’da Katalanlarla, Rusya’da Çeçenlerle, dünyanın birçok çatışma noktasında görmek mümkün. Her toplum kendi büyük grup kimliğini korumak adına, bir başka toplumu tehdit olarak algılar ve çatışma kaçınılmaz hale gelir. Oysa bakış açılarımız, bizlerin yaşadığı acılar ve travmaların sonucudur.
Bu noktada, her toplumun kendi “seçilmiş travmalarını” nasıl kucakladığı ve bunları nasıl bir ideolojiye dönüştürdüğü önemlidir. Seçilmiş travmalar, toplumların tarih boyunca uğradıkları kayıplar ve yaşadıkları büyük acıların kolektif hafızada yer bulduğu noktalardır.
Bu travmalar, nesiller boyu süren bir kin ve düşmanlık tohumu olarak gelecek nesillere aktarılır. Bugün bizler, İsrail'in Filistin'e bakışını eleştirirken, aynı zamanda Türkiye'nin PKK'ya yönelik tutumunu savunuyoruz.
***
Gerçek şu ki, politikalar genellikle bu büyük grup kimliği ve psikolojisi üzerinden şekillenir. Çatışmalar, bir toplumun kimliğini, varlığını ve egemenliğini koruma güdüsüyle beslenir. Ancak bu durum, geleceğe bencilce bir düşmanlık bırakmak anlamına gelir. Bugün yaşadığımız çatışmalar, yarının nesilleri için daha da karmaşık bir miras oluşturuyor. Her yeni nesil, geçmişin yaralarını taşımak zorunda bırakılıyor.
Oysa bir toplumun büyük grup kimliğini anlamak ve bu kimliği sağlıklı bir şekilde yönetmek, barışa ve uyuma giden yolda atılması gereken en önemli adımdır.
Prof. Dr. Vamık C. Volkan’ın on yıllardır vurguladığı gibi, “büyük grup psikolojisinin farkında olmak, toplumlar arası çatışmaları azaltmada kritik bir role sahiptir.” Ancak çatışmalar politik ihtiyaçlar olduğu sürece, bu farkındalık çoğu zaman gölgede kalmaya mahkûmdur.
Bizler, her ne kadar düşmanlıklarımızı haklı bulsak da, bu düşmanlıkların aslında geleceğimize bencilce bir miras bıraktığını unutmamalıyız.
Her nesil, kendi travmalarını ve acılarını yeniden inşa etme sorumluluğuyla karşı karşıya kalırsa, barış ve uzlaşma imkansız hale gelir.
Bugün, çatışmaların politik ihtiyaçlar olarak görüldüğü bir dünyada, asıl olan toplumların kimliklerini, inançlarını ve travmalarını anlayarak çözüm yolları bulabilmektir.
Barışa giden yol, toplumların büyük grup kimliklerini tanımaktan ve bu kimliklerin birbirleriyle çatışmadan bir arada yaşayabileceği bir geleceği inşa etmekten geçer. Düşmanlıklarımızı değil, ortak insanlığımızı geleceğe miras bırakmalıyız.