Geçenlerde televizyon haberlerini izlerken, muhabirin röportajı sırasında gördüğüm insan kuyrukları üstüne şunu düşündüm: İnsanlar neden kuyruklarda bekler? O anda aklıma çok farklı yanıtlar geldi, ama bir genelleme yapmak istersem şöyle diyebilirim: İnsan, ya zorunluluktan ya da bir çıkarı olduğundan bekler! Ucuz ya da çok talep gören bir ürünü satın almak için keyfimizden sıraya girdiğimiz gibi, maddi olanaksızlığımız nedeniyle ya da bir ihtiyacımızı karşılamak için uzun bir süre beklemeyi göze alabiliyoruz. Bir de yasal nedenlerle oluşan kuyruklar vardır; resmi dairelerde, gümrüklerde olduğu gibi… Uygar olmanın getirdiği, otobüs, sinema, konser benzeri sosyal ortamlarda oluşan kuyrukları yalnızca anımsatmış olayım.
Kuyruklardan söz ederken, aslında bekleme konusuna gelmek istiyordum.
Beklemek! Ne denli hiçbirimiz beklemeyi sevmesek de, bundan kaçınmamızın olanağı olmadığını yaşadıkça görüyoruz. Ya kimi insanların düzensizliğinden ya öngörmediğimiz durumlardan ya da bir yerde oluşan aşırı yığılmalardan… İkili ilişkilerdeki beklemeler, bekletmeler ve beklentiler için birçok neden sayılabilir ki bu ayrı bir deneme yazısının konusu olabilir.
Eduardo Galeano, Hikâye Avcısı kitabında bu sözleri hepimizin içinde yer alabileceği bir kurguyla öyküleştirerek anlatıyor:
“Birkaç yıl oluyor, ölümlerimden birinde Cehennemi ziyaret ettim. O uçurumlarda insana tercih ettiği şarabın, canının çektiği yemeklerin, zevkine göre kadın ya da erkek sevgililerin, içini kıpır kıpır oynatan müziklerin ve sonsuz zevklerin ikram edildiğini işitmiştim… Reklamların yalan söylediğini orada bir kez daha teyit ettim. Cehennem büyük bir hayat vaat ediyor, ama ben orada kuyruğa giren büyük bir kalabalıktan başka bir şey görmedim. Dumanların yükseldiği geçitlerde gözden kaybolan upuzun kuyruk, mağara devrindeki avcılardan gezegenler arası yolculukların astronotlarına kadar değişik zamanlarda yaşamış kadınlardan ve erkeklerden oluşuyordu. Hepsi beklemeye mahkûm edilmişlerdi. Ezelden beri ve sonsuza dek bekleyeceklerdi. Bunu keşfettim: Cehennem beklemek demekti.” İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung çocukken, sokakta amcası onu durdurup şöyle sormuş: “Şeytanın cehennemdekilere nasıl acı çektirdiğini biliyor musun?” Jung, bilmediğini söylemesi üzerine, “Onları bekleterek!” deyip yoluna devam etmiş.
Günümüzde birçok insan ne yazık ki bekleyerek acı çekiyor. Kuyruklarda sıraya girerek, umutlarının gerçekleşmesini dileyerek, daha iyiye ve daha güzele ulaşmayı isteyerek… Bu beklentilerin çoğu fiziksel bir yorgunluğu değil, duygusal acılarımızı çoğaltıyor. Jung’ın amcasının söylediğini, Shakespeare, bir dizesinde “beklemek cehennemdir” diyerek ortaya koymuştur. Tanım biraz abartılı görünse de, bir gerçeği vurguladığını söyleyebiliriz.
Ünlü Fransız yazar ve düşünürü Jean Paul Sartre, bekleyiş cehennemi olarak başkalarını gösterir: “Demek cehennem bu. Hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını; acı, ateş, kızgın ızgara hepsi sizsiniz demek… Ne gülünç şey! Kızgın ızgaranın ne gereği var: Cehennem başkalarıdır!”
Elbette ki bir bekleme durumu varsa, nedeni bir başkası ya da başkalarıyla ilgilidir. Benim ilgimi çeken bilim insanı da edebiyatçı da beklemeyi cehennem olarak nitelendirerek aynı görüşte birleşmeleridir.