Belki yıllardır kendimi Carpe Diem felsefesiyle yaşamaya ikna ediyorum. Dengesini neredeyse kaybetmiş, savaş, şiddet ve kaygının arttığını dünyamızda her sabah o günü yaşamak, geçmişe çok fazla takılmadan ana odaklanmak hiç de kolay olmuyor.
Carpe Diem ne demektir?
Carpe Diem, Latince bir deyim.
MÖ 65 yılında doğan, Latin edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un bir şiirinden alınmış, hayattan zevk alınması gerektiği fikrinin vurgulanması için kullanılan bir kavram:
“Gününü gün et, zamanın tadını çıkar, günü yakala, anı yaşa veya günü yaşa.”
Carpe Diem felsefesinin kaynağında da kısaca “Dün artık yok, geçmiş zamanda kaldı, yarın ise zaten belli değil; dolayısıyla bugünü yaşamak lazım” diyebilmek var.
Aslında, Horace’in kast ettiği anlayış; geleceği önemsememek, yarını düşünmeden yaşamak değil. Anlatmak istediği, insanın kendi geleceği için bugün elinden gelen her şeyi yapması gerektiği.
21. yüzyılda tekrar hatırlanan bu cümle ve kavram anlayışının temelinde farkındalık, gündelik bazı basit şeylerin değerini anlayabilmek, birlikte vakit geçirdiğimiz kişilerle de bunu değerlendirmek, elimizde bulunan fırsatları yakalamak var. Peki birşeyleri ertelemeden, bu yönde bilinçli bir şekilde hareket etmek neden önemlidir? Buna her birimiz sayısız örnekler verebilir. Ertelediğimiz her proje, her istek veya görüşme için bir gün ‘keşke’ dememek için hiçbir şeyi ertelemeden yaşamak. Bazen de her şey için çok geç olabilmesi de mümkündür. Zira yarın neler olacağını hiçbir zaman bilemeyiz.
Bir senedir, yıllardır bunu uygulayan nadir bir topluluğu hakikaten hayranlıkla izledim ve izliyorum. Gündelik hayatta ne olursa olsun, on dakika önce meydana gelen ciddi bir travma sonrası bile hayata oldukları yerden devam edebilme yeteneğini taşıyorlar. Hayat devam ediyor diyerek yaşamlarını hiç aksatmadan, alışverişe, spora giderek, çocuklarla gezerek veya bir kafede oturup bir şeyler atıştırarak gündelik yaşamlarının ritmine uygun bir şekilde devam ediyorlar. Çok sevdiğim birine “Birçok trajik olay ve kaygıya rağmen nasıl böyle sakin durabiliyor, hiçbir şey olmamışçasına güne devam ediyorsunuz?” diye sorduğumda bana şunları söyledi: “Kaygının hiçbir faydası yok, zaten olacak olacağına varır. Bu nedenle her anı en iyi şekilde değerlendirmek için yaşıyoruz. Sürekli olarak geçmişi kurcalamakta ne fayda var ki? Şu an, gerçek olan andır. Yaşanmaya değer olup bütün fırsatların değerlendirilmesi gereken andır. Şimdiki zamandayken anın farkında olmak, kişinin stresini azaltır. Stres azalınca da kişi kendisini mutlaka daha güvende hisseder. Hayat geçirdiğimiz travmalar ve kaygılarla ilerleyemez dolayısıyla bu duygularla devam etmek insana daha çok kaygı ve acı verir. Her şeye rağmen hayat devam ediyor, biz de ona uymak zorunda değil miyiz? Geçmişe takılı kalmak hem bir şeyleri değiştirmez hem de çok daha verimsiz bir hayata neden olmaz mı? Kaygılarla yüzleşmek ve onları kabul ederek güne devam… Değişimlerle gelen her şeyde her zaman bir umut ışığı vardır.”
Bu söylediklerinde ne kadar haklıydı. Kendimi düşündüğüm zaman, bir dakikada kafamdan geçen sayısız fikir ve düşüncelerimi hatırlıyorum. Bu hepimiz için geçerli değil mi? Böyle olunca ‘an’da kalmak tabii ki hiç kolay olmuyor hatta mümkün değil. Bunu farkına varınca genelde hemen kendimi kontrol etmeye çalışıyorum, zira bu durum bir alışkanlığa dönüşürse işte o zaman boşa harcanmış enerji ve depresif bir durum oluyor. Zor durumlarda çare aramak için zihnimi yorduğumda; bu gelecek içinse tamamdır diyorum. Bari verimli kararlar almak veya planlarım için uğraşıyorum. Gelecekte neler olacağını bilmediğimiz için sürekli kafamızda senaryolar kurarız. Ancak bunların gerçekleşmesi sadece ihtimalidir. Tabii kaygılandığımız ve problemler yaşadığımız, işlerin yolunda gitmediği zamanlar olur. Bununla beraber, ‘an’ı yaşamaya çalışmak ve son yıllarda çok kullanılan deyimle ‘akışta kalmak’ fikri, kanımca bu günlerde hepimizin kendini ve akıl sağlığını korumak için ihtiyaç duyduğumuz anlamlı ve cesaret isteyen bir felsefe öyleyse Carpe Diem ve iyi haberler alacağımız günler olsun.