Fiyatları daha uygun diye asla korsan kitap almadım. Katlanarak zamlanan kâğıt ürünleri kitap fiyatlarına yansıdı. Roman/hikâye türünde olanlar artık çoğunlukla elden ele geçiyor. Kendimce önemli olan, altını çizerek okuduklarım hariç çoğunu semt muhtarına ya da Çağdaş Yaşam gibi yerlere hibe ediyorum.
Artık birçok tanıdığım gibi ikinci el kitapları almakta sakınca görmüyorum. Söz ettiklerim sahaf değil, cadde ve sokaklarda sıkça rastlamaya başladığımız bakımlı, temiz kitaplar sergileyen satıcılardır. “Ay tiksinirim, başkasının el sürdüğü sayfalara dokunmam” diyenler çok. Oysaki bu düşüncede olanlar, her gün onlarca kişinin elinden geçen ‘kâğıt para’ları tutmaktan çekinmiyor. Olanaklar kısıtlı olsun veya olmasın, okumayı sevenler için hep bir çare vardır.
Kudüs İbrani Üniversitesinde tarih profesörü olan fütürist yazar Yuval Noah Harari’nin kitapları bugüne kadar birçok dile çevrildi. Türk okuru, Harari’yle 2019’da yayınlanan ‘Sapiens’ ile tanıştı. Şimdilerde yazarın son eseri, ‘Neksus’ dünyanın birçok ülkesinde eşzamanlı olarak raflarda yerini aldı. Neksus, Taş Devri’nden yapay zekâya bilgi ağlarının kısa tarihini anlatıyor.
Yuval Harari ile yapılan birçok söyleşiyi izledim. Her ne kadar, herkesin anlayabileceği bir üslupla kelimeleri tane tane seçerek anlatıyorsa da algoritmayı çözdüğümü ya da sindirdiğimi söyleyemem. Kulağa masal gibi geliyorsa bile varsayımları gerçek. Algılamakta zorlandığım bölümler belki bundan kaynaklanıyor.
Genelleme değilse de son zamanlarda ‘Neksus alıp okumak’ adeta bir prestij. İlgili görünenlerin bir kısmı ‘ben bilirim, ben anlarım’cı dostlar. Ben de tam tersine çok okur, yavaş sindiririm. Dolayısıyla Neksus’u kavramak için yoğunlaşmam gereken sürede üç ayrı kitap okumayı tercih ettim.
Neksus’u vaktimin daha bol olduğu yaz aylarında okumaya karar verdim.
Bu arada internette ‘yeni çıkan’ kitapları yüzde 40 gibi indirimlerle almak mümkün
↔↔↔
Rutin sağlık kontrollerimi yaptırmak için önceki yılın tetkiklerini aradım. Aynı zamanda çekmeceye bir çeki düzen vermeye çalıştım. 25 sene öncesine kadar hepsini saklamışım. Bir zarfta da fi tarihte eczanede yaptırılan ‘preparasyon’ doktor reçeteleri duruyor. Bu birikimlerin içinde adet bir tarih yatıyor.
Dikkatimi çeken, yıllar öncesinde sadece kan tahlilleri ve hiçbir yere sığmayan karton dosyalarda röntgenler-daha çok apandisit ve akciğer bulguları için-vardı. Zamanla CD’lerin içine sığan sonografiler, tomografiler, karmaşık tahliller, kültürler eklendi. Tıp insanları ile istişarede bulunmayacağımıza göre ne istenirse yapıyoruz.
Yunanlı Hipokrat ve Heroplius bir yana, 16. yüzyılda yaşamış, anatominin babası Belçikalı Doktor Andreas Vesilius bu devirde yaşasaydı, hastalara radyasyon veren tetkikleri aynı sıklıkta yaptırırlar mıydı?
Çekmece düzenlenmesi bittiğinde, dosyaların bu denli kalabalık olmasının nedenini tahmin ettim.
Özetle; binde bir rastlanan hastalık, mikrop, virüs, alerji, vs’nin ailemize özgü olduğu tanısını koydum. Tabii birkaç nesil öncesinin genetik yapıları için gerçekleştirilen tetkikler ayrı bir kapsama alanında.
Günümüzde tıp alanındaki gelişmeler ve yeni tedavi yöntemlerine sevinirken, sağlık sigortalarının ters orandaki kısıtlamaları üzücü. Başlarda poliçeler, ‘yurtiçi/yurt dışı, yatarak, ayakta tedavi’ olmak üzere istenilen hastanede tedaviyi kapsıyordu. Primlerin akıl dışı artmasıyla, kişiler önce yurt dışı, ardından ayakta tedavi, sonra da belli hastane seçeneklerinden vazgeçmeye başladı.
Yakın zamana kadar ev, sağlık, vs gibi sigortalarda acenteye güvenir, poliçeye ‘adet üzere’ sadece göz atardım. Artık karınca duası gibi yazılan sayfaları satır satır okuyorum. İşe yarıyor mu? Yarıyor. Konuya tümüyle vakıf olmayan elemana hakkımı savunabiliyorum.
Sağlıkla kalın.