7 Ekim’den birkaç hafta sonrasıydı. Bazı dostlarım açık bir şekilde bazıları da kırmamak istercesine hafif esprilerle mevcut statükoda ‘Mois Gabay’ ismi ile devam etmenin çok mantıklı olmadığını,i ş hayatında bir süreliğine de olsa muadil bir ‘Türk’ ismi ile devam etmemi salık vermişti.
Bu muhabbet daha doğmadan, ailem içerisinde de geçmişti. Bir taraf geçmişten gelen deneyimlerle Mois ismini çok göstere göstere görürken, rahmetli babam “Hayır o büyükbabasının adıyla yaşayacak, Mois Gabay’ın torunu olacak!” demişti. Nitekim gerek iş hayatında nadiren gerekse de askerlikte yaşadığım komik deneyimleri saymazsak, bu ismin bana negatiften ziyade her daim pozitif katkısı olduğunu söyleyebilirim. Başarılı bir iş insanı olan, 40 yıl boyunca Cumhuriyetimizin en eski teneke kutu fabrikalarından birini yöneten dedemin de anısını bu vesileyle yaşatmaya çalıştım ve çalışacağım.
Sevgili Rita Ender’in ‘İsmiyle Yaşamak’ eserinde bu konuyla ilgili okuduklarımdan ismin anlaşılamıyor olması ile sorgulanıyor olması arasındaki farkın, merak ile kötü niyet arasındaki fark olduğunu anlamıştım. Oğluma isim verirken de ona bir Yahudi ismi vermekte hiç tereddüt etmedim. Kendi kültürümüzü, aidiyetimizi, kimliğimizi korumanın bir yolu da azalan bir toplumda isimlerimizi koruyabilmek değil midir?
Günümüzden yaklaşık 300 yıl evvel de sadece isme bağlı kalmadan, tümüyle bir uyumlanma sürecini Avrupa Yahudileri tartışmaktaydı. Yahudiler arasında asimilasyonun hayırlı olmayacağını savunanlar ile Yahudilerin geniş topluma entegre olup ülkeye daha üretici katkıda bulunabileceklerini ileri sürenler arasındaki hareketli tartışmalar ‘Haskala’ (Aydınlanma) hareketini körükledi. Yahudilikten uzaklaşan emansipasyon çağının birçok örnek din insanı, Fransa’da Dreyfus vakası ile gün yüzüne çıkan antisemitizm bize asıl sorunun isimle değil, Yahudilerin kendisiyle olduğunu gösterdi.
Bugün halen iş yaşamında en yakınlarım olmak üzere Moşe’lerin Metin, Salamon’ların Selim, David’lerin Davut, Vitali’lerin Vedat olarak yaşaması bile bizlere geçmişin travmalarını hatırlatmakta. 7 Ekim sonrası tanıdığım bazı dostların kapılarındaki mezuzaları çıkarması, ailelerin dışarısı için yaptığı haklı uyarılar bile bize ismiyle yaşamanın ne denli zor olduğunu hatırlatmakta…
Nitekim bu sadece şu an gündemde Yahudi isimleri olsa da Yahudi toplumu özelinde değil,bütün farklı inanç grupları için de bir gerçek olarak tüm ağırlığı ile durmakta.
Bazen nezaketen de olsa ‘Bay Mois’ dendiğinde nasıl garipsiyorsam, isimlerimizin de kimliğimizin de bir parçası olarak her daim korunması tarafındayım.
Gerek Cumhuriyetimiz öncesi gerekse de Cumhuriyetimizin ilanından hemen sonra,Türkleştirme ve Kemalizm alanındaki çalışmaları ve gayretlerine karşın Moiz Kohen (Munis Tekinalp), 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi’ne tabi tutulmuştur. Kendisine tarh edilen miktarı ödeyememiş ve bir süre Demirkapı Kampı’nda kalmıştır. O dönem Türk Musevileri’ne verdiği bazı fikirlerde savunduklarının tersine maalesef eşit bir Türk vatandaşı olarak görülmemiş, hayatın son senelerine kadar da yaşadıklarına karşın bir küskünlük duymadan vatanına hizmet etmeye çalışmıştır.
2500 yıldan beri bu topraklarda yaşayan, bu vatan için uygarlık üreten insanları sadece isimleri nedeniyle en basit tabiriyle ‘öteki’ görmek, onların bir şekilde isimleriyle varolamamasıno istemek hepimizin ayıbı olacaktır. Hiçbir toplumun ismi nedeni ile ön yargıya maruz kalmadığı, çocuklarımıza gururla isimlerimizi verebildiğimiz bir gelecek dileğiyle!