Temmuz ayında yayınlanan bilimsel bir makale, canlı ve ölü olmak üzere ikili bir durum olarak bildiğimiz biyolojide, üçüncü bir hal olabileceğini ortaya koyuyor. Araştırmacılar organizmanın ölümünden sonra bazı hücrelerin yaşamaya devam ettiğini, dahası belli koşullar sağlandığında eskiden sahip olmadıkları yeni kabiliyetler kazanarak çevrelerine uyum sağladığını keşfetmişler.
Aklımda bin tane düşünce uçuşuyor. Ölen bir hastanın ölüm saati nasıl ilan edilecek?
-Hayır, doktor hayır.
-Tamam yeter artık, bırak si-pi-ar yapmayı.
-Hayıııııır...
-Ölüm saatini açıklıyorum; 18.41
-Ölmemiş hücrelere ölmüş muamelesi yapamazsınız, doktor!
Schrödinger’in kedisi vardı; hem ölü hem canlı. Öyle bir şeye mi dönüşeceğiz? Biyolojide kuantum fiziğinin işi ne? Saçmalama Selin. Kuantum kişisel gelişimcilere benzedin iyice.
Ne demek yeni kabiliyet kazanıyorlar? Çevreye uyum sağlamak için. Canlı kalmanın anahtarı işte. O halde hücreler toplu halde uyum sağlasa yeni bir formda canlı olmaya devam mı ederiz? Neyse daha destekli saçmaladın.
Ölümden sonra hayat dedikleri böyle bir şey mi?
Ölümden korkmasak mı?
Ölüm ölmeden nasıl çalışılıyor? Deney de yapamazsın.
Bilim yapmak ne zor… Arabesk nasıl bildi?
Ölümü çok merak edersem kendime nazar değdirir miyim?
Bilim nazara neden çare bulamadı?
Son oksimoron ve aynı zamanda moron sorumla uyanıyorum ve okumanızın 45 saniye, benim aklımdan geçmesi ise 45 salise süren bu düşünce silsilesinden kurtulup bilime geri dönüyorum.
Organların organizmanın bütününün ölümünden sonra belli bir süre canlı kaldığını organ nakil ameliyatlarından dolayı biliyorsunuz. Organ, nakil ameliyatına kadar oksijen, glikoz, amino asitler, potasyum ve kalsiyum gibi besinler içeren özel bir solüsyon içinde saatlerce korunuyor. Organizmanın ölümünün ardından hücrelere bu solüsyonu uyguladıktan sonra, hücreler başkalaşarak yepyeni işler yapabilen, çok hücreli canlılara dönüşüyor. Araştırmacılar son araştırmada şunu sordular: Bu direnci gösterebilen hücreler hangi mekanizmayı kullanıyor?
2021’de yapılan bir araştırmayla, ölen bir kurbağa embriyosundan alınan deri hücrelerinin, laboratuvar kaplarında, bir süre sonra yürüyebilen ve çoğalabilen yeni bir canlı formuna dönüştüğü gözlendi. Görünen oydu ki deri hücrelerinin üzerinde dalgalanarak mukusu uzaklaştırma işlevi olan kirpikçikler artık bacak rolünü üstlenmişlerdi. Böylece ilk kez yeni canlı robotlar ‘xenobot’larla tanışmış olduk.
2023’ün sonunda ise bu çalışma insan hücreleri ile yapıldı. Bu sefer de anthrobotlarla tanıştık. Çalışmanın başında Türk bilim insanı Gizem Gümüşkaya’nın olduğu bilgisini verip göğsünüzü kabartayım. İTÜ Mimarlık’tan sonra mimarlık doktorası yapmaya Tufts Üniversitesine giden Gümüşkaya, ilgisinin birdenbire sentetik biyolojiye kaydığını söylüyor. Sonra bir bakmış ki çimento ve taş yerine biyolojik hücrelerle çalışan bir mimar olmuş. Michael Levin ile başını çektiği araştırmada, ölen insanların akciğerlerinden alından hücrelerin laboratuvarda iki hafta sonunda toplu şekilde hareket edebilen, labirentte yolunu bulabilen, etraflarındaki zarar görmüş sinir hücrelerini onarabilen, canlı robotlara dönüştüğü görüldü. Bu canlı çok hücreli organizma iki ay hayatta kaldı. Bu keşfin tıpta çığır açabileceğini söylemek abartı olmaz. Herkesin kendi DNA’sından yapılmış, zarar görmüş hücrelerini iyileştirecek canlı ilaçlar. Bir Nobel Tıp Ödülü gelir mi bilim insanımıza dersiniz?
Xenobotlar ve anthrobotlar arasındaki şu farkı vurgulamadan geçmemek gerekiyor. Xenobotlar, kendi kendine organize olarak yaşayabilirken, anthrobotlar, bir biomühendisin (ölüm ebesi dersek yeridir) müdahalesiyle yaşıyor. Anthrobotlar özel besin solüsyonlarıyla besleniyor, sıcaklık ve pH seviyeleri düzenleniyor ve uygun oksijen seviyesi sağlanıyor.
Bu iki araştırma, hücrelerin daha evvel yani canlıyken üstlenmedikleri işlevleri yerine getirebilecek şekilde değiştiklerini gösteriyor. Büyük organizmanın ölümü gerçekleştikten sonra hayatta kalmaya devam eden yeni yaşam formları. Üçüncü hal bu işte. En son araştırma bunu yaratan mekanizmanın ne olduğunu irdeliyor ve bilimin sınırlarını zorluyor.
Mekanizma şöyle olabilir deniyor: Hücrelerin zarında elektrik devresi gibi hizmet eden kanallar ve pompalar bulunuyor. Üretilen elektrik sinyalleri ile hücreler birbirleriyle iletişim kuruyor ve birlikte hareket edip birlikte büyüyorlar. Böylece birlikte yeni bir yaşam formuna evriliyorlar. Hücrelerin bu kabiliyetinin olmasını etkileyen çevresel unsurlar var, sıcaklık ve besin kaynaklarına erişim gibi ki metabolizma sürebilsin. Bunun dışında hücrenin geldiği ölmüş organizmanın cinsiyeti, yaşı, sağlık durumu ve ne türe ait olduğu da ölüm sonrası ortamı, dolayısıyla üçüncü haldeki bu organizmaların oluşabilmesini belirliyor.
Kısaca ölüm doğru koşullar bir araya geldiğinde yepyeni bir hayatın başlangıcı oluyor. Peki biraz daha ileri saralım: Ya bilginin ve hafızanın transferi? Bilgi birikimine sahip bir bedenin ölümünden sonra yaşamaya devam eden bu üçüncü haldeki hücreler, birey olarak bu bilgiyi koruyabilir mi? Ya da tersine, böyle bireysel olarak eğitilmiş hücreler bir araya gelince bu bilgiyi hatırlayan bir organizma meydana getirebilir mi?
Arabesk müzik, yaşamın ve ölümün birbirine karıştığı üçüncü yaşam formunu çoktan çözmüş demiştim. Kanımca şimdi sırada bu enigma var. Gazetemizin bir okuyucusu olduğu malum olan Linet’ten çıkması muhtemel parçanın muhtemel sözleriyle bir yazımın daha sonuna geliyor, arabeskin bilime göre daha yaman olmasını kutluyorum.
“Ölümle bölünür bedenim, ama kahrım kalır acı acı,
Toprağa karışır hücrelerim, ararım yarım kalan baharı,
Yeni canlarda yankı olur eski ömrümün acısı,
Yaşarken ölenler bilir, ölüm de unutmaz yaşananları.”