“Wir schaffen das!”
2015’in ağustos ayında yaptığı bir basın toplantısında giderek büyüyen mülteci sorunu hakkında konuşurken bunu söylemiş idi Angela Merkel.
“Yapabiliriz!”
Almanya’da 2007’de 210 bin olan göçmen sayısı 2016 yılında 1,2 milyon kişiyi aştı. Takip eden beş senede bu yeni nüfusu ‘entegre’ etmek için sadece Almanya’da 87 milyar avroluk bir harcama yapıldı.
Mülteci/göç konusu politik bir konu olduğu kadar, özünde duygusal boyutunda içselleştirebileceğimiz bir yerde konumlanıyor. Bir tarafta hak-vicdan-merhamet duyguları ile kendimiz kadar şanslı olmayan insanlara da bir fırsat tanımakla, bencillik-korumacılık-korku dürtüleri arasında gidip geliyor duygularımız. Avrupa Birliği’nin temel değerleri eşitlik ve özgürlük olduğundan, göçmen kabulü konusunda ilkesel bir duruşu da söz konusu.
Bu duygu git-gellerinin politikanın merkezine oturduğu yıllardan geçiyoruz. Gelişmiş ekonomilerde sağcı hükümetlerin giderek güç kazanıyor olması, İngiltere’nin Brexit’i, Marie Le Pen, Orban ve Geert Wilders’in yükselişleri ve sonunda Donald J. Trump’ın kazanması bu trend çizgisini teyit ediyor. Bölgesel savaşlar nedeniyle artan göçlerden sonra durum sürdürülemez bir boyuta gelmiş gibi sanki.
Bir tarafta, yaşlanan Avrupa ekonomilerine genç işgücü enjekte etmenin çözümü olarak görülen mülteci kabul politikaları, diğer tarafta ise ‘dükkân elden gidiyor’ endişelerinin öne çıkması... Başına Merkel’i sonuna Trump’ı koyduğunuzda mülteciler konusundaki havanın son on senede nasıl değiştiğini daha net görebiliyoruz.
Gelişmiş ekonomilerde giderek daha fazla hissedilen mülteci sorunsalına sayılarla bakalım:
Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinin bugünkü nüfusu 449 milyon. Bunların 42 milyonu AB dışındaki bir ülkede doğmuş. 27 milyonunun ise AB vatandaşlığı bulunmuyor. Bir ya da iki nesil önce göç edip vatandaş olmuş ailelerin AB vatandaşı olarak dünyaya getirdiği çocuk sayısını kapsayan bir istatistik bulunmadığı için, ‘kültürel anlamda’ göçmen kabul edebileceğiniz nüfusun daha da fazla olduğu varsaymak yanlış olmaz. 2023 senesinde AB ülkeleri toplamda 3,7 milyon ikamet belgesi düzenlemiş. Almanya, AB içinde göçlerden aslan payını alan ülke: AB dışından gelmiş olan 27 milyon göçmenin 12,3 milyonu Almanya’da. Arkasından 6,3 milyonla İspanya, 5,6 milyonla Fransa ve 5,1 milyonla İtalya geliyor*.
2023 senesinde AB ülkelerine iltica etmek üzere 1,1 milyon yeni müracaat olmuş. İlginç olan, iltica başvurularında Suriye ve Afgan vatandaşlarından sonra üçüncü sırada Türkler var.
AB’ye göç ağırlıklı olarak Müslüman ülkelerden gelmekte. Vikipedya’ya göre, AB nüfusunun yüzde 73’ü Hristiyan, yüzde 18’i agnostik, yüzde 6’sı Müslüman. Paris, Marsilya, Berlin, Brüksel gibi bazı büyük şehirlerde yaşayan Müslüman nüfus ortalamaların hayli üzerinde.
ABD’ye baktığımızda bugün nüfus 346 milyon. Bunların 48 milyonu ABD dışında doğmuş. ABD çoğunluğu Güney Amerika ve Asya’dan olmak üzere her sene ortalama 1,0 ila 1,2 milyon arasında yeni göçmen kabul ediyor. Kanada, 41 milyonluk nüfusuna kıyasen senede 500-600 bin göçmen alıyor. Avustralya, 27 milyonluk nüfusu ile senede 600 bin civarında göçmen alıyor. Bunlar ağırlıklı Asyalı.
2024 seçimlerinde gelişmiş ekonomilerdeki sağ partilerin yükselişi bir anlamda bu göç meselesinde kantarın topunun kaçtığı işaretini veriyor. Tüm ülkelerde kotalar azaltıldı. Öte yandan, düzenli göç sayıları azalırken yasadışı girişler artmakta. Tepki olarak, bir yandan sınır koruma polisi olarak görevlendirilmiş Frontex’in kaynaklarını ciddi şekilde arttıran AB yönetimi, diğer yandan kaçak geçişlerin Tunus ve Türkiye gibi ülkelerde bloke edilmesi şartı ile sınır ülkelere fon desteğinde bulunuyor. İtalya, diğer taraftan, yakalananları ‘park etmek’ için Arnavutluk ile bir anlaşma yapıyor ve mültecilerin değerlendirme süresince orada inşa edilen kamplarda tutulmalarını sağlıyor. Suyun öteki yanında ABD, güney sınırına dayanan Güney Amerikalıların yakalanıp geri gönderilmeleri için Meksika’ya büyük destek sağlıyor. Sadece 2023 senesinde Meksika sınırından kaçak girmeye çalışırken yakalanan kişi sayısı 2,2 milyon!
Yasadışı göçle mücadelenin dozu artarken, ne yazık ki, yolda telef olan insanların dramları da gündelik haberler arasında giderek kanıksanır hale geliyor.
Göç ve göçmenlik konusu kısa bir yazının içine sığmayacak kadar önemli ve hayati bir konu. Küresel gelir dağılımı bozulmaya devam ettikçe gelişmiş ülkelere göç talebi artıyor ve daha da artacak. COVID nedeni ile iki sene boyunca yeni konut üretimi düşük kaldığından, konut arzında zaten mevcut olan yetersizlik artan göçmen talebi ile iyice hissedilir oldu; kiralar enflasyonun üzerinde artıyor. Bu her yerde böyle.
Sayılar arttıkça, göçmenlerin onları kabul eden ülkelerin sosyal ortamına uyum sağlamaları ve entegre olmaları giderek güçleşiyor. Kendi kültürlerini sürdürebilmek için bazen de bilinçli olarak entegre olmamayı seçebiliyorlar. Zamanla, göç konusuna ve göçmenlere karşı olumsuz bakış daha da hissedilir oluyor.
Trump ile iyice yükselişe geçmesi beklenen korumacılık dalgası hem Avrupa’yı hem de ABD’yi derinden etkileme potansiyeline sahip bir konu olarak uzun süre gündemde kalacak. ABD’de geri göndermeler arttıkça ve özellikle, AB’deki ekonomilerin yavaşlaması ile işten çıkarmalar başlayınca, ipler daha da gerilecek gibi duruyor.