Çocuklar ninnilerle, şarkılarla, hayallerle uyur. Ben öyleydim. Ama benim kızım, okunan kitaplardan da anlatılan masallardan da bıktı. Daha farklı, daha gizemli ve daha sahi anlatılar ister oldu ki bu, beni gerçekten hem düşündürüyor hem de mutlu ediyor.
Dün gece de benzer bir hikâyenin peşine düştü. Uyumadan önce laf, yine Noel Baba’dan açıldı. Noel Baba’nın, onun çok sevdiği arkadaşlarının evine geleceğini, isterse orada ondan hediye isteyebileceğini biliyor. Bizim eve gelmiyor Noel Baba ama olsun, ona hediye var eninde sonunda… Arkadaşının evine geleceği gün, biz de gidiyoruz davete, ona da hediye geliyor. Sonra konu, bambaşka bir yere geldi. “Allah’a kötü bir şey söylersek bize çok kızar mı?”, dedi. ‘Hayır’, dedim. “Sen, çok küçüksün, senin içinden geçirdiklerinin hangisinin gerçek olduğunu, hangisinin olmadığını o zaten bilir.” Peki, biz onu nasıl öğrendik?” diye sordu. Bunlar, nasıl sorular! Hızlıca düşünmem lazımdı. Tamam; ben öğretmenim, üstelik edebiyatçıyım, ama çok zor ve derin konular bunlar, öyle bir anlatmam lazımdı ki ona söyleyeceklerim, hem doğru, hem kolay hem de kalıcı olsun.
İnanın bana, toz bulutundan başladım hikâyeye… Tasavvufa veya Kabala’ya biraz meraklıysa ya da bu minvalde kişiyi olgunlaştıracak felsefelere meraklıysa insan, işi biraz daha kolay oluyormuş sanki… “Dünyayı en güzel şekilde yaratan o büyük güç; kendisini bilecek, sevecek, anlayacak ve tanıyacak bir varlığı istedi yanında; bitkiler ve hayvanları yaratmak onun için yeterli olmadı. En büyük hediyesini, insan sakladı. Aklı, ona hediye ederek onu yarattı,” dedim. “Peki, biz nasıl dünyaya geldik, kendimiz istedik mi dünyaya gelmeyi,” demez mi! “Biz düşündük bence ve doğmak istedik,” dedi. Bir taraftan bu cümleye ne ekleyeceğimi, bu yoruma nasıl katkıda bulunacağımı düşünüyordum, bir yandan da birazdan gelecek soru ya da yorum ne olabilir diye merak ediyordum. Altı üstü çocuk uyutacağım! Şu girdiğimiz mevzunun büyüklüğüne bakın!
‘Evet’, dedim kısaca. “Doğmak istedik ki o da bize bir hayat armağan etti. Anne ve babalarımızı seçmemize izin verdi. O, bütün bebekleri çok sever. Onların hayata gelme isteklerini kabul eder ve sonrasında; o bebek için en doğru, en iyi, en güzel olan bütün dileklerini de kabul eder.”
Hepsi doğruydu dediklerimin ve akılda kalacak nitelikteydi. Ama ter içinde kalmıştım resmen! Somut cevaplar bulunurdu bütün kitaplarda bu sorulara ama asıl olan, en sona saklanmıştı onun zihninde:
“Anne, biz Allah’la tanışıyor muyuz,” diye sordu. Allah’ım! Ne şahane, ne soyut bir meraktı bu! Nasıl bilebilirdim ki doğru cevabı? “Tanışıp tanışmadığımızı bilmiyorum ama onu tanıdığımızı, onun da bizi tanıdığını; ne düşündüğümüzü, ne istediğimizi bildiğini biliyorum,” dedim. Tabii en doğal ve sağlam soru, hemen peşinden geldi bu sözlerimin: “Nereden biliyorsun?” dedi. “Çünkü öyle olduğuna inanıyorum,” dedim. “Mesela ben, senin dünyaya gelmeni çok istedim, o da benim bu isteğimi duyup seni bize armağan etti. Sence yeterli bir sebep değil mi birbirimizi bilmek için,” diye sordum. “Bak, seni gıdıklıyorum, öpüyorum, eğleniyoruz birlikte, büyütüyorum seni… Bunlar, hep ortak bir isteğin sonucu. Nasıl tanıştığımızı unutmuşuzdur, çünkü bence bu, biz doğmadan önce olmuştur ama birbirimizi nasıl tanıdığımızı ve nasıl anladığımızı biliyoruz,” dedim. Hayatımda yaptığım en soyut, en somut; en zor, en güzel; en inanılmaz, en mucizevi sohbetti bu…
Belki de bu yaşa kadar beni en sağlam bir şekilde köşeye sıkıştıran öğrencim, kendi kızımdı…
Hayat ne acayip ve ne güzel!
Büyük biriyle saatlerce konuşulabilecek; doğru ya da yanlış ama amacı belli bir yerde birleşilecek bu kadar derin bir mevzuyu, küçücük bir çocukla-üstelik kendi çocuğumla- konuşmak büyük sınavdı benim için…
Öğretmenlikten zaten emekli olunmuyor da annelik, ölene kadar öğretmenlik…
O zaman bütün öğretmenlere kolay gelsin demek lazım…