70 yıl evvel İstanbul…

Sami AJİ Köşe Yazısı
20 Kasım 2024 Çarşamba

Evet kulunuz da modaya uyarak ‘nostaljik’ takılmaya karar verdi.

Sakın benden nerede o eski İstanbul anlamında bir yazı beklemeyin… Dilerseniz önce belli rakamlarla başlayalım.

Şehrimizin nüfusu o tarihlerde takriben 1,5 milyondu. Toplam araç sayısı sadece aşağı yukarı on bin idi (bugün 5 milyonu geçiyor). Yine rakamlara göre ormanlık alanımız bugüne göre çok daha genişmiş. 1955’ten bu yana da hızla gerilemeye başlamış. Belgrad Ormanlarında gelen su kaynakları şehrin ihtiyacını karşılarmış. Her yer güllük gülistanlıkmış. Mesire yerleri (Çırçır, Taşdelen, Neşet suyu) insanı canlandırırmış. Hele Boğaz’ın tepe ve kıyılarına doyum olmazmış. Sahilleri dolduran yan yana dizilmiş lokantalarda yemeğin zevki de başkaymış…

Bu tabloya bakarsanız 1950’li yılların İstanbul’u, hemen Şair Nedim’in mısralarını akla getirtiyor: 

Altında mı üstünde midir cennet-i a’la / El- hak bu ne halet bu ne hoş ab- u havadır”1

Halbuki, benim çocukluk ve gençlik yıllarımın İstanbul’u aklımda pek benzer resimler bırakmadı. Tam tersine başlıktaki manzara -hele kışın- sık sık önümüze çıkardı.

Ama belki hafızam beni yanıltabilir endişesiyle ChatGPT dostumuza sordum “İstanbul’un 50’li yıllardaki mi bugünkü havası mı temiz?” Cevabını sunuyorum:

“İstanbul'da hava kirliliği, 70 yıl önce yani 1950 ve 1960'larda, günümüze kıyasla çok daha farklı bir durumdaydı. 1950'lerde İstanbul'da konutlarda ve işyerlerinde ısınmak için yaygın olarak kömür kullanılıyordu. Bu, özellikle kış aylarında ciddi hava kirliliğine yol açıyordu. İstanbul'un bazı semtlerinde, sabahları dumanla kaplanan sokaklar ve gri bir atmosfer, o dönemin simgelerindendi.”

“1950'lerde İstanbul'da motorlu taşıt sayısı, sonraki yıllara göre oldukça düşüktü, ancak bu dönemde kullanılan araçların çoğu, eski tip ve daha fazla emisyon salan araçlardı. Taşıt kaynaklı hava kirliliği, özellikle trafik yoğunluğunun arttığı bölgelerde hissediliyordu.”

“O dönemde yoğun sis ve duman görülmesi yaygındı. Soğuk havalar, kirliliğin atmosferde daha uzun süre kalmasına neden oluyordu. Bunun sonucunda ‘kara sis’ ya da ‘kötü hava’ olayları sıkça yaşanıyordu.”

Çöpleri hatırlayan var mı? Hadi bunu da ChatGPT’ye soralım.

“İstanbul’un çevresinde boş araziler, vadiler veya kıyılara çöp dökülüyordu. Haliç kıyıları ve bazı kenar mahalleler bu tür çöplüklere ev sahipliği yapıyordu.

Çöplerin bir kısmı, özellikle kıyı semtlerinden toplananlar, doğrudan denize boşaltılıyordu. Bu yöntem çevreyi ve denizi kirletiyor, koku ve sağlık sorunlarına yol açıyordu. Bazı bölgelerde çöpler, ilkel yöntemlerle yakılarak bertaraf edilmeye çalışılıyordu. Ancak bu yöntem hava kirliliğine neden oluyordu2”.

Peki musluklarda su yerine “sesler aktığı” dönemi göz önüne getirin. Hafızama güvenmeden yine ChatGPT’ye sözü bırakalım.

“1950'li yıllarda İstanbul'un içme suyu problemi, hızla artan nüfus, (1,5 milyondan bahsediyoruz, dikkatinizi çekerim) sınırlı altyapı kapasitesi ve mevcut kaynakların yetersizliği gibi sebeplerle ciddi bir meseleydi. Bu dönemde İstanbul'un su sorununun temel nedenlerini şu şekilde özetleyebiliriz:

1950'li yıllar, İstanbul'un hızlı bir şekilde büyümeye başladığı bir dönemdir. İç göçler ve nüfus artışı, şehirdeki su talebini ciddi şekilde artırmıştır Ancak, mevcut su altyapısı bu hızlı büyümeye ayak uydurabilecek kapasitede değildi.

(Bizans ve) Osmanlı döneminde inşa edilen su sistemleri, modern kentsel ihtiyaçları karşılayacak kapasitede değildi. Su şebekesi hem eski hem de sınırlıydı. Boru hatları yetersiz olduğu için suyun şehre ulaşması zorlaşıyordu.”

Gördüğünüz gibi, pek de yanlış hatırlamıyormuşum.

Bir de eşime sorayım dedim. (Kendisi İstiklal Caddesine dikey Taksim’e çok yakın Mis Sokak’ta bir apartman dairesinde doğdu ve çok uzun yıllar oturdu.) Çocukluğunda tatillerde esas görevi haftada en az üç kere salonun muhtelif eşyalarının tozunu almakmış. Bu tozların evin içine girişine de engel olmak imkânsızmış (tozu silmediği zaman ertesi gün masaların üzerinde kendi ismini yazabilirmiş).

Ve biraz kuvvetli yağan sağanaklarda Eminönü Meydanını basan sel sularını da anlatır. Babasının yazıhanesine giderken karşıdan karşıya geçmek için birkaç kez ayakkabılarını çıkarıp eteğini sıyırmak zorunda kaldığını hatırlıyor3.

Sonuçta 70 sene evveline kıyasla, hem teknolojik gelişmeler hem de duyarlı politikaların artmasıyla birlikte, çevre ve hava kirliliği kontrol altına alınmış ve sağlığımıza yararlı bir hale getirilmiştir. (Bilhassa şu anda şehir içi ağaçsız sokak nerdeyse kalmamıştır.)

Bu yolda çok daha etkin tedbirlerin alındığına da her gün şahit olmaktayız.

Ve yakında İstanbul’umuz yeniden şairimizin tarifine uyacaktır…

---

1 Yani: “Cennet-i Ala onun üstünde midir altında mıdır? Doğrusu onun hali, suyu, havası ne hoştur.”

2 Büyükada’daki çöp sahasını hatırlayanınız vardır. O bölgeden geçmek bir eziyetti.

3 Benzeri olaylarda küfeciler ortaya çıkardı. Karşıya geçmek isteyeni küfelerine yerleştirir, tertemiz kaldırıma bırakır ve ücretlerini de alırlardı.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün