Tam bir fiske. Beynimize doğru sertçe şakak bölgesinden atılan bir fiske. Ne mi? Bir film, adı ‘Cevher’. Film, vıcık vıcık bir görsellikte ve kamçı etkisinde efektlerle bir kadının esas değerinin erkek arzularını uyarma becerisi ile ölçüldüğü bir dünyada geçiyor. Aslında içinde bulunduğumuz gerçek dünyadan pek farkı yok. Sadece abartılı bir versiyonu. Hatta o kadar provokatif ki, ‘in your face’ tabir edilen sinema dilinin benim gibi çabuk midesi kalkan biri için en sert örneği diyebilirim. İzleyiciyi pasif bir gözlemci olmaktan çıkarıp, doğrudan anlatıma sesli tepki vermeye zorlayan bir film. (Ama bu tepki gülme de olabilir, ruh halinize göre!)
Erkek bakışı (Male gaze) diye adlandırılan bir düşünce sistemi var. Kadın bedenini ve davranışlarını, erkeklerin arzularını merkeze alarak değerlendiren bir sistem. Kadın bedenini nesneleştiriyor, kadınları erkek merkezli standartlarla konumluyor. Kadının kendisine dayatılan bu standartlarla özgüveni sarsılıyor.
Cevher, kolayca hazmedilebilir bir tez sunmak yerine daha dolaylı bir anlatım tarzı benimsemiş. Abartılı zumlanmış kalça sahneleri bize filmler ile dayatılan güzel kadın ve (bazen de) güzel erkek standartlarını eleştiriyor.
Şimdi gelelim günümüze ve gerçek dünyaya: Filmdeki sözde yaşlanmış kadın Demi Moore. Yani herhangi bir görsel standartta hala çok çekici. Bronz teni, esnek vücudu ve geniş gülümsemesi var. Onun kadar hoş görünen pek çok kadın da aynı onun gibi belli bir yaştan sonra kendiyle oynamaya başlıyor. Zira, her taraf ayna dolu, sürekli kendimizi gözlemliyoruz ve bizden daha kolajenli daha gergin insanlar ile kendimizi karşılaştırıyoruz. Ve işin güzeli, sunulan kozmetik mucizelerle biraz para harcayarak istersek(!) kendimizin daha iyi bir versiyonuna dönüşebiliyoruz. Diğer insanların görmek istediğini düşündüğümüz ideal bir versiyona.
Bu biraz da mecburiyet, çünkü biz sürekli selfie çekiyoruz, arkadaşlarımızın kendini güzel / bizi çarpık gösterdiği fotoğraflarda etiketleniyoruz ve toplantılarımızı Zoom üzerinden yaparak kendi yüzümüze fazlası ile maruz kalıyoruz.
Rus yazar Nabokov’un kısacık bir romanı var, adı: Göz. Romanın anlatıcısı, ölümünden sonra dünyada takılmaya devam etmekte ve kendisi ile ilgili algılardan yola çıkarak kendini tanımlamaya çalışmaktadır. Bu gözlemleri sonucu çelişkili bir şekilde sahtekar, soylu, serseri, ‘cinsel maceracı’, hırsız ve casus olduğunu öğreniyor. Her karakter, anlatıcıyı kendi algılarına ve önyargılarına göre farklı bir şekilde görür. Aynı o romandaki gibi bizlerin de kimliği algıya dayalı olarak değişkenlik gösteriyor.
Burada en büyük hüzün, arzu objesi olma çabasına girme dürtüsü değil. Saklanan birçok korkumuza ayna tutuluyor olması: görünür olamamak, sevilmemek, daha genç ve çekici biri tarafından yerinden edilmek…
O zaman uç noktalardaki bu saplantılardan daha ılımlı yumuşak bir uzlaşmaya geçmeyi sağlamak gerek. Uzun yaşam (longevity) kavramını benimseyerek bu mümkün olabilir. Yaşı çok, ama yaşlanmamış kişi olmaya çalışarak. Bunun içeriğine bakınca doğru yakıtı alarak vücudu dinç tutmak, stres uykusuzluk gibi sağlığı zorlayacak unsurları azaltmak geliyor aklıma… biraz kozmetikten faydalanmak biraz da tıbbın bize sağlayacağı uzun yaşam formüllerini iyi hücrelerle sabırla beklemek gerekiyor. Yeter ki arada hayatta kalmayı başarın…
Not: yazının başlığı Cevher (2024) filminden bir alıntıdır.