İçimizi ısıtan nostalji

Dalia MAYA Köşe Yazısı Sesli Dinle
27 Kasım 2024 Çarşamba

Hava birden soğudu… Fırtına, yağmur…. Hava iyi kötü aldırmam genelde ben, atarım kendimi sokağa, 3. mekanım olan kahveye. Orada mutlaka sohbet edecek birileri olur. Hiç kimse olmasa mekanın sahibi olur. Her sabaha “Bugünün sürprizine hazırım, ne acaba bugünün sürprizi bana?” diye uyanırım ben. Ve sürprizler o kahvede başlar: bazan sohbetin konusu, bazan önerilen bir film, bazan yıllardır görüşmediğim eski bir dost, bazan da o anda tanışacağım birisi. 

Ama bu cumartesi sabahı, fırtınalı ve yağmurlu havada çıkasım gelmedi. Koydum kahvemi, yağmuru izliyorum. Telefonuma bir mesaj düşüyor. “İsli, sisli, puslu diye bir çocuk oyunu vardı.  Böyle havalarda hep o gelir aklıma.” Bugünün sürprizi de böyle çıkıvermiş oluyor karşıma.  Klavyem hareketleniyor, aşağıdaki satırlar yazılıyor ekranda. Biraz nostalji, bolca sevgi doluşuyor yüreğime.

Benim de böyle havalarda hep Şişli’deki Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu gelir aklıma. Zira hele pazarsa, öğleden sonra da olmuşsa, uzun uzun kahvaltı edilmiş, ödevler de bitmişse, evden çıkar komşuya gider gibi yürüye yürüye tiyatroya giderdik. Komşuyduk zaten, komşu sayılırdık. Evimizle tiyatro arasında 800 metre ya vardı ya yoktu. Annem ön ayak olurdu “hadi” diye. Belki de biraz dört duvar arasında ağabeyimle fazla zaman geçirince olası didişmelerimizi proaktif bir şekilde önlemek adına ya da ne bileyim tekrar çay koy, sofra kur, mutfakla uğraş olmasın, ailece biraz nefeslenelim diye “hadi” derdi… O zaman tabii şimdiki gibi alış-veriş merkezleri yok. Şehirde kötü havalarda zaman geçirilecek yerler yok. Birkaç sinema salonu, birkaç tiyatro. Bir de arkadaşların evleri. Fakat o hafta kimsenin evde ‘çay saati’ yapmaya da hevesi olmamışsa… Annem “hadi” derdi… “Hadi giyinin, tiyatroya gidiyoruz.”

Şehir Tiyatroları, Atatürk Kültür Merkezi ya da Kenterler’deki oyunlara, konserlere, balelere de giderdik. Ama onların biletleri çok önceden alınırdı. Zaten çoğu zaman bu oyunların biletleri satışa çıktığı gibi biterdi. Fakat nedense Gönül Ülkü- Gazanfer Özcan Tiyatrosu farklıydı. Belki de bu kadar yakınımızda olduğundan onlar bir anlamda bizim için sanki kötü hava günü dostuydu. Belki o yüzden onların oyunlarına önceden bilet almaz yağmurlu, fırtınalı hatta yoğun tipi yağışlı pazar günlerinde son dakika kararı ile şansımızı denerdik. Şanslıydık da. Salon dolu bile olsa, gişedeki hanım -nasıl yapar ederdi bilmem- bize dört kişilik yan yana yer buluverirdi.

Sanıyorum hava muhalefeti yüzünden tiyatroya gelmemeyi seçenler karşısında hava muhalefeti nedeniyle tiyatroya gelenlerin zaferiydi bizimki.

Sakin ve yavaş hafta sonuna koşuşturmalı, kapıların sürekli açılıp kapandığı, kafalarımızı bir yandan o yana sürekli çevirdiğimiz, bol kahkahalı, dışarının soğuğuna rağmen içimizi ısıtan birkaç saat eklenirdi.

Bugün artık ne yolda elini tutmuş yürürken İstanbul'un bütün sokaklarını avucunun içi gibi tanıyan ve uzun uzun o sokakların tarihini ve hikayelerini anlatışını dinlediğim babam hayatta ne de Gönül ile Gazanfer... Bir zamana ışık tutanlar yılların süzgecinden geçip bu soğuk ve karanlık sabahta da yüreğimi ısıttılar. Kim bilir belki sizin de bu satırları okurken biraz nostalji ile içiniz ısınır, sevgi ışığı dalga dalga yayılır. O yüzden bir zamanlarımıza ışık tutanlar, her nerdeyseler ışıklarda olsunlar.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün