Üçüncü Reich, Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Almanyası'nın 1933-1945 yılları arasındaki dönemi ifade eder. Bu terim, Nazilerin ideolojik olarak Almanya'nın üçüncü büyük imparatorluğu olduklarını iddia etmelerinden türetilmiştir. İlk büyük imparatorluk Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu (800-1806), ikincisi ise Alman İmparatorluğu (1871-1918) olarak kabul edilmiştir. Naziler, Üçüncü Reich'in ‘Bin Yıllık Reich’ olacağını vaat etmiş, ancak rejim yalnızca 12 yıl sürmüştür.
Üçüncü Reich’te Hitler komutasındaki şeytanlık hareketleri başlamadan önce Varşova’nın ismi en çok bilinen caddelerinden birisi Nalewki Caddesi’ydi. Bu cadde Varşova’nın en hareketli yerlerinden biriydi.
Yahudi topluluğunun kültürel ve ticari merkezi olarak biliniyordu. Ancak ilerleyen yıllarda gettolar kurulacak ve bu düzenli hayatlar yerle bir olacaktır.
Gettonun kuruluşundan önce, Nalewki Caddesi, Yahudi yaşamının kalbinin attığı bir yerdi. Ancak getto kurulduktan sonra, bu cadde de sefalet, açlık ve acının sahnesi haline gelmişti.
Nalewki Caddesi'nde küçük atölyeler, dükkanlar ve daracık evler, Yahudi yaşamının nasıl sıkıştığını ve baskı altında nasıl direnmeye çalıştığını gösteriyordu. Kristal Gece’nin üzerinden üç yıl geçmişti. Bu sürede Naziler, Büyük ‘Yahudi Soykırımı’ Dehşeti’nde oldukça yol almış ama bu onlara yetmez durumdaydı. Varşova Gettosu’nun dar sokaklarında umut, yerini çoktan çaresizliğe bırakmıştı. Binlerce Yahudi, korkunç koşullar altında, bir avuç alana sıkıştırılmıştı. Bu dar sokaklarda, insanlar birbirine daha yakın ama bir o kadar uzak gibiydiler.
Nalewki Caddesi, Varşova Gettosu'nun en önemli sokaklarından biriydi ve birçok başka caddeyle kesişiyordu. En dikkat çekici kesişim noktalarından biri, Gesia Caddesi’ydi. Gesia, özellikle Yahudi topluluğunun zanaatkarları ve küçük işletmeleri için önemli bir merkez olarak biliniyordu. Bu bölge, hem ticaret hem de toplumsal yaşam açısından Varşova Gettosu'nun merkezlerinden biri haline gelmişti.
***
1941 yılının 9 Kasım akşamı; mutsuzluğun, açlığın, zulmün; Naziler için sıradan, Yahudiler için sürekli yaşansa da asla alışılmayacak akşamlarından birisiydi.
Akşamın ilk saatlerinde, Nalewki’den yürüyerek; gri yıpranmış kalın kumaştan pantolonunun üzerinde, üşümemek için, içine sığınırcasına giydiği yine renkli gri ince paltosu ile genç bir kız yılgın adımlarla ilerlemekteydi.
Kızın paltosunun sol kolunda, 1939’dan itibaren uygulanan Nazilerin Judenstern dedikleri Sarı Davut Yıldızı ve üzerinde -hiç kimsenin kendisine denmesinden rahatsız olmadığı ama aslında burada kökten bir ırkçılığın, faşizmin, ölüme götüren bir diskriminasyonun sonucu olan ve hiç özenilmeden gelişigüzel dikişmiş- Jude “Yahudi” yazısı bulunmaktaydı.
Samuel, Nalewki ile Gesia caddelerinin kesiştiği köşesinde durur. Yıpranmış, neredeyse içi görünecek kadara zarar görmüş, aski ve ne olduğu anlaşılmaz bir tahta kutuyu yere koyar ve açar.
Gettonun açlıktan ve soğuktan kıvranan çocuklarına çalmak için her akşamki gibi, kutudan kemanını çıkarır. Çalmaya başlar. Kemanının tellerinden yayılan melodiler, karanlık gökyüzünde yankılanır. Yoldan geçenler, yaşadıkları onca derdin ve sefilliğin içinde durur ve sanki yıldızlar tekrar doğmuş gibi bir hisle dinlemeye başlarlar. Samuel’in kestane renkli saçlarının daha da ortay çıkardığı yemyeşil gözlerine bakaram melodileri dinleyen çocukların yorgun gözlerinde, küçük bir pırıltı belirir. O an, müzik, insanlık onurunun halen yaşadığını haykırmaktadır.
Yıllar önce sanki bir tarih kitabı sayfası gibi dursa da, bu gerçek hikaye, aklıma her geldiğinde içimi kemiren o aynı burukluğu hissederim. Bahsettiğim kişi, Samuel Abramovich adında, o gün henüz 18 yaşında olan bir kemancı kızdır. Ama sıradan bir kemancı değil, kemanın tellerine insan ruhunu işleyebilecek kadar derin bir sanatçıydı.
Her gün aynı akşam saatlerinde, açlığın ve çaresizliğin kol gezdiği sokaklarda durup kemanı ile umut yaratmayı sürdüren Samuel’in en büyük ödülü, çocukların yüzüne bir an olsun gülümseme kondurabilmektir. Yitip gitmiş umutlarını kemanın tellerinde yeniden filizlendirmek için çalar. Etrafına toplanan çocukların gözleri, karanlık içinde birer ışık hüsmesine dönüştüren kemanla Samuel bir bütün gibidir. Her akşam her nota, gettonun kararmış gökyüzüne bir yıldız gibi yükselir. Samuel’in melodileri, sokaktaki herkese içinde bulundukları yıkımı unutturur. Sanki müziği, ruhlarına özgürlük vaat eder gibidir.
Akşamlar boyunca aynı ritüeli tekrarlayan Samuel o gece de sıkıntılara bir damla umut olan notalarını gökyüzüne doğru özgürleştirmekteyken, tüyler ürperten o ses yankılanır. Getto komutanı, müziğin bu cehennemde yankılanmasını bir isyan olarak görür. Öfkeyle Samuel’e yaklaşıp kemanını elinden alır var gücüyle duvara vurarak kırar. O an duyulan kırılma sesi, herkesin içinde de bir şeylerin kırılmasıdır. Komutan, kemanı öfke ile parçalarken, ağzından tükürükler saçarak "Burada umut yok” diye haykıran komutan Varşova Gettosu’nun başına yeni getirilen SS (Schutzstaffel) komutanı General Jürgen Stroop’tan başkası değildir. Herkes susar. Çocuklar, tekrar hayata dönmenin bedelini ödemiş gibiydi; sessizlik içinde, donuk gözlerle olanları izlerler.
Ama Samuel’in yüzündeki kararlılığı hiçbir şey silemez. Yere düşen keman parçalarına bakarak başını kaldırır ve herkesi şoke eden bir cesaretle, “Kemanım yoksa, yıldızlar şarkımı taşır!” der. O sözler, yankılanan bir çığlık gibi gettonun taş duvarlarını aşarak insan ruhuna dokunacak gibidir. Herkes o anda, bir kemanın telleri kadar kırılgan ama bir yıldız kadar kalıcı bir direniş görür.
***
II. Dünya Savaşı sırasında, bir çok sokak ve cadde gibi, Nalewki ve Gesia Caddeleri de getto trajedisinin birer parçası olur. 1943'te Varşova Gettosu Ayaklanması sırasında ise tamamen yok edilirler. Ancak bu yok edilen caddelerde, umudun her ne olursa olsun sembolü haline gelen Samuel’den bir buçuk sene sonraki, Varşova Gettosu Ayaklanması’nın ruhunda, Samuel’in yıldızlardaki notaları da bir harç olmuştur.
Özellikle Nalewki Caddesi, II. Dünya Savaşı’nda yitip giden Varşova’nın Yahudi kültürel mirasının simgelerinden biri olarak hatırlanır. 1941’de bu sokakta yaşananlar, Varşova Gettosu’nun trajedisinin en acı örneklerinden biri olarak tarihe kazınmıştır.
O akşam Samuel’i götürdüler. Onu bir daha gören olmaz. Treblinka Ölüm Kampı’nda aynı ay infaz edilir. Ama onun yıldızlara yazdığı melodiler ve o gün söylediği cesur sözler, hayatta kalanların hatıralarında ve kalplerinde yaşamaya devam eder.
***
Bugün hala Varşova sokaklarında bir keman sesi duyulsa, Samuel’in o yıldızlara taşınan şarkıları gökyüzünden kalplere seslenir. Ve her seferinde akla hep aynı soruyu getirir:
İnsanlık, kendi karanlığında bir daha böyle yıldızlar yaratabilir mi?