Kimi yayınlar için yaşam öykümü istediklerinde birkaç satırla geçiştirmeye çalışırım. Kendimden söz etmeyi, ayrıntılarla süslemeyi pek beceremiyorum. Oysaki “Kimsin?” diye sorsalar, bunu yanıtlamak da sanırım hiç kolay değil. Kimliğimden cinsiyetime, ailemden sosyal ilişkilere, fiziksel özelliklerimden davranışlarıma, duygularımdan düşüncelerime kadar her şey yanıtımın sınırları içinde sorgulanabilir. Ayrıca kendi bildiğimden çok, başkalarının benim hakkımda düşündükleri de bu yanıtın içinde yer alabilir. Bu karşımıza çıkan ve çok yalın görünen soru, içinde o kadar çok şeyi barındırıyor ki, ne söylesek sanki eksik kalmış olacaktır.
Gerçi biraz abartmış olabilirim. Soranın amacını biliyorsak, elbette ona uygun yanıtı da birkaç sözcükle verebiliriz. Oysaki tüm özelliklerimizi düşünerek kendimizi tanımaya çalışıyor ve bunları düşünerek yanıt vermekte zorlanıyorsak, bilgelik yolunda ilerlemek için ilk adımı atmış olduğumuzu söyleyebiliriz.
Bu satırları yazarken Norveçli yazar Jostein Gaarder’in, otuz yıl kadar önce okuduğum Sofie’nin Dünyası romanını anımsadım. Roman, Sofie’nin doğum gününde gelen, içinde yalnızca bir soru sözcüğünün olduğu mektupla başlıyor: “Kimsin?” Sofie, bu soruyu o anda yanıtlayamasa da meraklandırıyor ve onu felsefeye yönlendiriyor. Kendi varoluşunun ve hayatın anlamı üstüne düşünmeye, sorgulamaya başlıyor.
Bir başımıza kaldığımızda, gün boyu yüzümüze takmak zorunda hissettiğimiz maskelerden sıyrılarak biz de sorabiliriz. Hatta bir ayna karşısına geçip, gözbebeklerimize bakarak kendimizi sorgulayabiliriz: Ben kimim? Kendimi ne kadar iyi tanıyorum?
Yanıt vermek gerçekten de zor! Belki de yeterince tanıdığımızı sanıyor, oysaki düşündüğümüzde tümüyle farklı olduğumuzu görüyoruz.
Seneca’nın Thyestes trajedisinde geçen şu sözleri anımsatmak istiyorum:
“Ölüm üzerime çökmekte.
Herkes beni çok iyi tanıyor,
Ama ben kendimi tanıyamadan ölüyorum.”
Ne kadar hüzünlü, değil mi? Ölümün kıyısına gelmiş bir insanın kendini tanıyamamış olması!.. Bir ömrü boşa geçirmiş olmaktan hayıflanması!.. Belki de hayatına bir anlam katamamış olmanın umarsızlığı…
Yine “Kimsin?” sorusuna gelecek olursak… Yüzyıllardır düşünürler bu soruyla kişinin kendini tanımasına, bilgelik yolunu açmasına çalışmışlar. Elbette ki bu konuda kendimizden başka bize kimsenin yardımı olmayacaktır.
Kim olduğumuz bir yana, kutsal kitapta geçen öyle bir yanıt var ki üstünde yapılan yorumlar, sürekli yeni yorumlara kapıyı aralıyor. Tanrı, Musa’ya yanan bir çalının arkasından seslendiğinde, bu soruyu şöyle yanıtlamış: “Ben Ben’im!”
Bu yanıta karşın Sanskritçe olan Tat tvam asi sözcüğü, “sen O’sun” anlamını taşır ki tüm inançların ortak temelini oluşturur. Bir başka deyişle, Tanrı dâhil düşündüğüm her şey ben’im, hayatımda yer alan her şey bir bütündür. Bu bütünlüğü, bölünmemişliği anladığımız anda, aydınlanmanın eşiğine varmış oluyoruz.
*Yeni yayımlanan kitabım Bütün Bu Yolculuk’tan…