Ordan, şurdan, burdan…

Elda SASUN Köşe Yazısı
4 Aralık 2024 Çarşamba

Yine biten bir senenin son ayındayız. Yeryüzü 2024’e veda etmeye hazırlanıyor. Geriye dönüp baktığımda, bu yıl birçok uçuş, havaalanı, yolculuklar arasında değişik ortam ve etkinliklere tanık oluvermişim. Daha dün gece, Hakan Mengüç’ün medya sayfasında yazdığı satırlarından esinlenerek kendime şunu sordum: “Bu yıl bana ne öğretti? Nelerden etkilendim? Ve hangi anlar, kalbimdeki sevgiyi daha derin bir şekilde hissetmeme vesile oldu?”

Acı birçok haberin, kaybettiklerimizin yanı sıra bu yıl izlediğim iki belgesel beni hem çok duygulandırdı hem de yüreğime dokundu. İlki, Paris’te yaşayan halam sayesinde sıkça ziyaret ettiğim bu şehirde, geçen ay vizyona giren, ünlü şarkıcı Charles Aznavour’un yaşamını konu alan ‘Monsieur Aznavour’ filmi. Azim, sebat ve çok çalışarak dünya starı olmayı başarmış, ufacık boyu ama kocaman hayallerle dolu bir yüreği olan, göçmen ailenin çocuğu Shahnour Vaghenag Aznavourian. Charles, şarkıcı bir baba ve oyuncu bir anneden 1924 yılında bu isimle dünyaya geldi. Sanatçı bir aileden geldiğinden küçük yaşta tiyatroyla tanışan Aznavour, küçük yaşlarından itibaren ablasıyla birlikte oyunlarda rol alıp, ailenin işlettiği lokalde anne ve babasıyla dans edip şarkı söylemeye başladı. Sahneyle tanışmasının sonra, sahne ismi olarak Aznavour'u kullanmayı seçti. Göçmen aile Paris’te oldukça zor şartlarda geçinmelerine rağmen, sıkı aile birliği ve dayanışma ile olayların üstesinden gelmeyi başardı. Film aynı zamanda neredeyse 100 yıllık bir tarihi, savaşları, Paris’in Alman işgali altında geçen günlerini de ele alıyor. Filmde işgal yıllarında, Aznavour ve ablasının, Yahudileri, Nazilerden korumaya ve saklamaya çalıştıklarını da görüyoruz. Bu çalışmaları sırasında direniş örgütleriyle iş birliği yapmışlar. Yıllar sonra Charles ve ablası Aida, bu çabaları nedeniyle Raoul Wallenberg Ödülüne layık görüldüler.

Aznavour’un amacı başarılı ve ünlü bir şarkıcı olmaktı. Filmde Aznavour’un amacına ulaşmak için işine nasıl odaklandığına, her şarkısını nasıl, nerede ve neden esinlenerek yazıp bestelediğine tanık oluyoruz. Nihayet 1960’ın şimdiki gibi bir aralık ayında, aynı salonda, kendisi gibi başarıyı bir türlü yakalayamayan bir şarkıcının hikâyesini anlattığı şarkısı ‘Je me voyais deja’yı seslendirmesinin ardından onu konser boyunca soğuk bakışlarla izleyen seyirciler tarafından alkış yağmuruna tutulması, şeytanın bacağını nihayet kırmış olduğu anlamına geliyordu. Emeğinin karşılığını görmeye başladı ve hepimizin tanıdığı ünlü şarkılarını besteleyip sayısız konserle dünyayı dolaştı. Başarısının boyutları öylesine büyüktü ki ilerlemiş yaşına rağmen son gününe kadar uluslararası konserlerine devam etti.

Charles Aznavour’u iki kez dinleme şansını buldum. İlki Paris’te 80 yaşını kutlarken verdiği konserdi. Diğeri ise 2013’de Tel Aviv’de, Şimon Peres’in de katıldığı ‘Barış Konseri’ydi. Şarkılarını hep aynı coşkuyla söyledi. Sanki hiç yaş almamıştı. Artık hem çok ünlü hem de zengindi. Hala neden sahneye çıktığını sorduklarında mesleğini  severek yaptığını ve bundan hiçbir zaman vazgeçmek istemediğini söylemişti. Öyle de oldu. Kendi yazdığı şarkılarında yarım kalmış aşk hikayelerini, hayatın gerçeklerini yansıttı.

Aznavour aynı zamanda birçok genç ve yeni yeteneğe yardım etti, onlar için besteler yaptı. Fransa’nın müzik elçisiydi. Film, iki ayrı zaman diliminde yazdığı en ünlü şarkısı ‘Hier encore’ ile sona ererken bu azimle başarıya ulaşan değerli sanatçı ayakta uzunca alkışlandı.

Daha nice yıllar sağlıkla, başarılarını takip etme dileğinde bulunduğum sevgili fotoğraf sanatçımız İzzet Keribar, kendi yaşamını konu alan ‘Bir Keribar Fotoğrafı’ belgeselinde, “Hayatta iken takdir edilmek büyük mutluluktur” dedi. İşte bu belgeselde de büyük bir tutku, uzun yılların çalışmaları ve işini severek yapmanın sonunda erişilen başarı layık olduğu, mükemmel takdire değer bir örnektir.

İşini severek yapınca geçmiş yaşam, pişmanlıklarla değil, şükürle anılmayı bekler. Fransızca “Vouloir c’est pouvoir” yani istemek yapabilme gücüdür cümlesini çok beğenirim. Yapmak istiyorum ve yapmam lazım arasındaki fark çok barizdir. Bir şeyi isteyince mutlaka onu yapma gücünü, ışığını buluruz; mazeretler, engeller kalkar. Hâlbuki lazım kelimesi kullanılınca, bu mecburi yaptığımız bir işe dönüşür ve bir süre sonra artık ışığı söner. Peki, günlük hayatınızdaki listelerde kaç tane “yapmam lazım”lar var acaba? Hayat, sen onunla uyum içinde, severek, isteyerek akmayı seçtiğinde, sana kendini en güzel şekilde sunarmış. Tersi olduğundaysa, keşkeler başlar. Sene biterken, ben de “keşke” değil de “iyi ki” yaptım diyeceğimiz, kendi tarzımızı, özümüzü yansıtan hayat amacımızın yolunda mutlu yıllar diliyorum.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün