Le Beyrut

Selin BARLAS Köşe Yazısı
4 Aralık 2024 Çarşamba

Söz uçar yazı kalır (verba volant scripta manent) lafı galiba günümüzün hızında artık anlamını ve ehemmiyetini yitirmiş gibi…

Yazı yazıyorum, daha 24 saat geçmeden dünyada bambaşka şeyler oluyor. Nasıl bir güne uyandığımı anlamaya çalışırken ‘Alice harikalar diyarında’dan ziyade kâbusu andıran gündem kademe kademe ne kadar deliririm diye beni sınıyor gibime geliyor…

Ne olacak veya neler olabilir gibi soruları bu yazıda sormayacağım…

Herkes basın mensuplarını veya gazetecileri müneccim sanır ya… Muharrirler her insan gibi hayal kurar ve daha iyi günler için temennilerde bulunur… Daha doğrusu ilkeli olanlar dünyaya idealist bakmaktan kendini alamaz…

İlkeli ilkesizi bir kenara bırakalım işimize bakalım!

Ancak sıcak bölge diye adlandırdığımız Ortadoğu’ya dönmek istiyorum…

Aman aman! Günümüze değil… Bugüne tahammülüm yok. Ne var canım biraz düne bakalım!

Antepli bir aileden gelmem sebebiyle Suriye ve Lübnan bizim için komşu ve sürekli seyahat edilen yerlerdi…

Alışverişe, ‘hava değişikliğine’ ihtiyaç duydukları vakit ziyaret ettikleri bu şehirlerin, ülkelerin dününe bakmak lazım gibi geldi…

Aile büyüklerine sıkça sorardım “Lübnan nasıl bir yer?” diye… Kimse etnik veya dini tasvirler kullanmazdı… Tam bir Akdeniz ülkesi diye anlatırlardı.

Bence şimdiye dek duyduğum en iyi tarif bu olsa gerek.

İklimi, insanı, zeytini ve çok renkliliği mahzun ama görkemli güzelliğini daha güzel anlatamazdı…

Sedir ağaçlarının altında yaşanan kaosa rağmen her zaman insanların aklında sahile vuran dalgaları ve Fenikelilerin hikayeleri ihtişamını perçinlemeye devam ederdi…

***

Aklıma bugün, belki ama belki vakti zamanında Lübnan’a kendini adamış bir adam başarılı olsaydı durum böyle olur muydu diye sormadan edemiyorum…

Kimdi bu adam?

Kemal Jumblatt. Nam-ı diğer Kemal Canbolat.

Osmanlı topraklarında yetişmiş fakat yüzlerce yıl evvel Lübnan’ın Şuf Dağlarına yerleşmiş Dürzi bir ailenin çocuğuydu Kemal…

II. Dünya Savaşı sonrası ve 1977 arasında Lübnan’daki en âdil, en ahlaklı, en saf, en asil ve en mantıklı idarenin hüküm sürdüğünü Canbolat sayesinde yaşadıklarını söyleyen tarih kitapları ve tarihe tanıklık etmiş kahramanlar var…

Laiklik vurgusundan vazgeçmemiş Kemal o senelerde kendisi gibi Arap milliyetçiliğini ve laikliği bir arada yaşatmaya çalışan bölgedeki liderlerle daha huzurlu bir Ortadoğu için çok çabalamış.

1975’teki aşırı sağcı Hristiyan Maruni kilisesine karşı durarak dinin devlete müdahil olmaması için direnmiş.

Sosyalist Parti’ye mensup bir devrimciydi.

Tel al Zaatar’da bulunan mülteci kamplarında1976 yılında yaşanan ve 3000 Filistinli kadın ile çocuğun öldürülmesiyle sonuçlanan faciaya (şimdiki birçok siyasinin yaptığı gibi) kayıtsız kalmadı!

Saldırının Hafız Esad tarafından yapıldığı bilgisi dönemin istihbarat raporlarında var…

Canbolat, Hafız Esad ile Müftü Hasan Halit’in yanında toplantı yaparak çözüm yolları aradığını belirtti.

Tırmanan bir Filistin sorunu olduğunu, vatansız insanların devamının gelmesinin bölgenin istikrarsızlığının kontrolden çıkması için tehlikeli olmasının yanı sıra insanî boyutlarına da vurgu yaptı. O toplantıda bulunanlardan birisinin aktardığına göre Esad “Lübnan, Suriye ve Ürdün’ün de dahil olduğu bir konfederasyonun teklif edildiğini” söyledi. “Katılacak mısınız?” diye soran Esad’a Canbolat “Lübnan’ı açık hava cezaevine çevirmeye niyetim yok” demesiyle masada anlaşma sağlanamadı…

Dönemin Patriği Hureyş ise doğacak kaosta Esad onlara destek olmadığı takdirde İsrail ile iş birliği yapılacağını belirtmişti.

Canbolat Esad’a Lübnan’a girmemeleri çünkü bu durumunda İsrail’in de kendinde bu hakkı görüp ülkeye girmeye çalışacağına dair uyarmıştı. Ancak Kemal Canbolat idealist olduğundan olsa gerek Hafız Esad’ın bunu yapıp İsrail’e yolu açacağını düşünmemişti…

1976’da Suriye güçleri tanklarla hudutları yok sayarak Lübnan’a girdi.

Neticede ölmeden evvel Kemal’in “Suriye, İsrail ve Amerika ortak projesi ile Filistin Devrimini yok etmeye çalışacak” sözleri yankılarını sürdürdü. Bu projeye engel olan makul bir orta yol arayan Lübnan’ın güçlü kalması için zamanında Esad’dan silah ve mühimmat desteği isteyen Canbolat “hayır” yanıtını aldıktan ve ülkesiyle yalnızlığa itildikten sonra 16 Mart’ta suikasta uğrayarak yaşamını yitirdi.

Hafız Esad’ın Canbolat’ın öldürülmesinde etkin olduğuna dair ithamlar hiç yalanlanmadı…

***

Bugünden bahsetmeyeceğim dedikten sonra dünü bugüne bağlamak istemezdim ama mecburum….

Ortadoğu muktedirlerin ve kişisel hesaplarının, insanları ve inançlarını kullanarak birbirlerine düşürdükleri çok acımasız bir yer…

Bu coğrafyada mezhepten, dine, dilden, kültüre, ulustan komşuluğa hiçbir şeyin uzlaşma zemini için sebep olmadığını görmekten artık kargaşa ve kan dışında başka bir sonuç beklemez olduk…

Galiba mesele saltanat sürenlerin kendini ölümsüz sanmaları ve ölen sivilleri kendi güçleri için adak zannetmeleri…

Sizi bilemem ama ben çocuğuma bu dünyayı nasıl anlatacağım bilmiyorum…

Çünkü herkes anlatılamayacak kadar kirli artık…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün