Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, kasım ayında yola çıktı. 40 bin kilometreden fazla yol katederek Latin Amerika’da kendisi için önemli olan her durağa uğradı. Yaklaşık 40 görüşme gerçekleştirdi ve 60'tan fazla işbirliği belgesi imzaladığını duyurdu. Gezi boyunca sürekli olarak dostluk, birlik ve işbirliği mesajları verdi.
Çin’deki bazı tarihçiler, Çin ve Latin Amerika medeniyetlerinin aslında aynı ataların torunları tarafından farklı dönemlerde ve farklı coğrafyalarda şekillendiğine inanıyor. Ayrıca bilimsel genetik çalışmalar, Asya'dan gelen göçlerin Amerika kıtasının yerli halklarının atalarını oluşturduğunu ortaya koymaktadır.
Bazı Çinli arkeologlar, Machu Picchu gibi İnka yerleşkelerinde bulunan ve güneşi gözlemlemek için kullanılan Intihuatana taşının, antik Çin'deki güneş saatlerinin yaratılmasına ilham verdiğini öne sürüyor.
Bugün Perulular, ruhsal olarak kendilerini Avrupa’dan ziyade Çin’e daha yakın hissediyor. Son yıllarda buna ekonomik yakınlık da eklenince, bölgede Çin’e karşı güçlü bir hayranlık oluşmuş durumda.
Hayranların başında Peru Devlet Başkanı Boluarte geliyor. Kendisi, “Xi bir ülkenin aşırı yoksulluktan nasıl kurtulabileceğini ve güçlü bir ulus haline gelebileceğini hepimize gösterdi” diyor.
Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva ise, Çin Devlet Başkanı'nın savaş yerine barışı, çatışma yerine işbirliğini ve yıkım yerine yaratmayı savunduğunu belirterek, bunun dünyaya örnek olduğunu ifade ediyor.
Tabii ki bu hayranlığın arkasında, ABD’ye bağımlılığı azaltma isteği ve büyük bir maddi çıkar ilişkisinin bulunduğu da kesin.
Çin, birçok Latin Amerika ülkesi için önemli bir ticaret ortağı haline geldi. 2024 yılı itibarıyla, Çin ile Latin Amerika arasındaki ticaret hacminin 500 milyar doları aşacağı tahmin ediliyor. ABD’nin ise Latin Amerika ile toplam ticaret hacmi yaklaşık 1 trilyon dolar seviyesinde. Ancak, ABD’nin Latin Amerika ülkeleriyle yaklaşık 200 yıldır ticaret yaptığı göz önüne alındığında, Çin’in sadece 25 yılda neredeyse sıfırdan bu seviyeye ulaşması dikkat çekici.
Çin, 15 yıldır Brezilya’nın en büyük ticari ortağı konumunda ve aralarındaki ticaret hacmi yaklaşık 200 milyar dolara ulaşıyor. Benzer şekilde, Peru’nun da en büyük ticaret ortağı olan Çin, bakır madenciliğinden hastanelere, temiz su projelerinden Asya-Pasifik ile Latin Amerika’yı birbirine bağlayan limanlara kadar geniş bir yatırım yelpazesine sahip.
Çin, Latin Amerika’ya neden bu kadar önem veriyor?
Latin Amerika, petrol, doğal gaz, lityum ve bakır gibi, Çin’in ihtiyaç duyduğu doğal kaynaklar açısından son derece zengin bir bölge. Ayrıca, Brezilya ve Arjantin gibi ülkeler, Çin’in tarımsal ürün ihtiyacını karşılamak açısından stratejik bir öneme sahip. Tüm bunların ötesinde, Latin Amerika, Çin malları için büyük bir potansiyel barındıran geniş bir pazar konumunda.
Jeopolitik strateji açısından Çin, Latin Amerika’ya yakınlaşarak ABD’nin bölgedeki tarihi hakimiyetini azaltmayı hedefliyor. Ayrıca Çin, Batı tarzı demokrasiyi benimsemeden de hızlı ekonomik büyüme ve istikrarın mümkün olduğunu Latin Amerikalı politikacılara göstermeyi amaçlıyor.
ABD geç mi kaldı? ABD, tarihsel olarak Latin Amerika’yı kendi etki alanı olarak gördü ve bu bakış açısı, bölgeye yönelik bir rehavete yol açtı. ABD’li politikacılar, Çin’in Latin Amerika’daki ekonomik ve diplomatik etkisini küçümsedi. Çin ise ABD’nin küresel önceliklerden kaynaklanan dikkat dağınıklığından faydalanarak stratejik bir ekonomik hamleyle Latin Amerika’da gönülleri fethetti.
20. yüzyılın en tanınmış devrimci liderlerinden biri olan Che Guevara, Latin Amerika’nın bu denli Çin’e yaklaşmasından memnun olur muydu sorusu, insanın aklına takılmadan edemiyor.
Che, Arjantin’de aldığı tıp eğitimi sırasında Latin Amerika’yı motosikletle dolaştı. Bu yolculuk, kıtadaki yoksulluk, eşitsizlik ve sömürü sorunlarını derinlemesine gözlemlemesini sağladı. Bu deneyimler, onun devrimci fikirlerinin temelini oluşturdu. Che, Latin Amerika’nın her zaman bir bütün olarak hareket etmesi gerektiğini savunuyordu. Ona göre, devrimci dayanışma, emperyalist güçlere karşı koymanın tek yoluydu.
Şu anda Çin, ABD’nin Latin Amerika’daki etkisini azaltan bir denge unsuru olarak görülüyor. Bugün Che yaşasaydı, ABD’nin emperyalizmine karşı verilen bu mücadelede Çin'in desteğini olumlu değerlendirebilirdi.
Ancak, ileride Çin’in ekonomik nüfuzunun Latin Amerika ülkelerinin siyasi bağımsızlığını etkilemesi durumunda, sizce Marksist-Leninist devrimci Che nasıl bir tepki verirdi? Komünist rejiminden dolayı Çin’i bağrına basar mıydı, yoksa Çin’den de kurtulmak için devrimci mücadelesine devam mı ederdi?