Hayat her daim çok mu ciddi olmalı? Gündüz ciddiyetle -misal finansal konularda ya da mesleğiniz her ne ise- çalışırken, akşam saçmalamak kabul edilmez midir sizin için? Hepsi olabilirsiniz. Kendinize izin verirseniz hepsi olursunuz da. Kendinize izin verirseniz ne olmak istiyorsanız, o olursunuz.
Kendinizi tanımladığınızda kullandığınız sıfatları düşünün bir. Yeni biriyle tanıştığınızda kendinizi tanımlarken kullandığınız kelimeleri düşünün. Bu tanımlar sıklıkla kendimizi içine hapsettiğimiz duvarlarımız oluyor. Zira bir süre sonra bunların gerektirdiğinden farklı hareket etmekten imtina etmeye başlıyoruz. Kullandığımız kelimeler -sıfat ve isimler- ile özdeşleşiyor onların dışına çıkınca kendimizi çıplak ve yeri geliyor utanç içinde hissetmeye başlıyoruz. “Saçmalama” diyoruz çoğu zaman farkına bile varmadan kendimize. “Saçmalama!”
Peki ya saçmalamaya izin verseydik? Hayatımız nasıl değişirdi “saçmalamak” gündelik yaşamımızın bir parçası olsaydı? Evet “yaşamak şakaya gelmez”di şairin dediği gibi. Ama şakanın da yaşamda önemli bir yer vardı. Saçmalamak, kendinizi hapsettiğiniz duvarların arasındaki bir çatlaktan açığa çıkmaya çalışan öz varlığınızdı belki de. Sizin aracılığınızla kendini ifade etmek isteyen içinizdeki yaratıcı güçtü belki de. İzin verdiğinizde -kendinizi yargılamaktan vazgeçip izin verdiğinizde- açığa çıkacak olan yaratıcılığınızdı “saçma” dediğiniz. Tüm kurgularınızın ve korkularınızın hapisliğinden açığa çıkmayı özleyen ve kim bilir belki de sizi kendinizden yeniden yaratacak olan yaşam enerjinizdi. Saçmaladıkça kendini de keşfediyor insan. Hiçbir şey olmasa, hayatın zorlu geçişlerini kendimize kolaylaştıracak yollar açılmasına olanak yaratıyor. Bir anlamda saçmalamak çözümsüz görünen konuların olası çözümlerine ışık tutuyor. Çıkmaz sokakların karanlık diplerinde kimi zaman soluk da olsa bir fener ışığı yakıyor. Koyu karanlığa bir yaratıcı nefes katıyor. Umuda vesile oluyor. Bu sayede insanın penceresi aydınlanıyor, bakışı değişiyor bu arada kendi de dönüşüyor. Günü aydınlanıyor, geleceğe alışılagelmişin dışında farklı anılar yaratmak adına yepyeni adımlar atıyor.
Aralık ayına girdik. Madem aralık ayını miladi takvime göre dünyanın güneşin çevresinde bir dönüşü tamamlamasının simgesi olarak kabul ediyoruz, bir yılın bitişi/yeni bir yılın başlangıcı olarak bakıyoruz ve madem ki yeni yılı iyi dilekler, umutlar ve neşeli kutlamalarla karşılıyoruz, o zaman belki de kendimize dönüp kendimizi nasıl tanımladığımızı sorgulamanın ve bu tanımların hangilerinin arkasına korku ve endişelerimizden dolayı saklandığımızı gözlemlememiz için iyi bir zamandır. Belki de içinizdeki şaklabana izin verme zamanıdır şimdi: Düşünsün, çalışsın, yaratsın. Hem zaten hayat bir oyun değilse nedir ki? Ayrıca Walter Meigs’in dediği gibi “Bir ressam için bile deneyim sadece görsel değildir”. Müzik, koku, dans, alışmadığınız giyim tarzları, gardırobunuzdan bulup buluşturacağınız farklı kombinler ve minik dokunuşlarla arkadaş arası bir akşam buluşmasını kıyafet balolarına dönüştürmek, ne bileyim bir sanat eserini yemek odanızda yeniden yaratmak, hiç dinlemediğiniz bir tarz müziği tam da içine girerek ya da mutfağınızda ne varsa içinizden o an geldiği gibi uydurup ekleyip yeni bir yemek pişirmek ya da belki sadece içinizden geldiği gibi dans etmek, resim yapmak, evdeki bir müzik aletini tıngırdatmak sizin için saçmalama örnekleri olabilir. Saçmalamanın ucu bucağı yok tabi. Sağlıklı bir saçmalama esasen kendimize, kendimizin her haline ne kadar izin verdiğimizle ilgili. Hele bir de gönülden bağlı olduklarınızla birlikte saçmalıyorsanız tadından doyum olmuyor. Üstelik sizi daha da birbirinize bağlıyor.
Bu aralık ayı kendinize izin vermeye ne dersiniz? Kendi kendinize ve birbirinize “saçmalama” demek yerine “Şimdi tam zamanı, hadi saçmalayalım” demeye? Varlığınızdaki oyuncu/şaklabanın onu hapsettiğiniz duvarların içinden açığa çıkıp zincirlerinden kurtulmasına izin vermeye ne dersiniz?
Çünkü şimdi, şu an saçmalamanın tam zamanı. Saçmalayın, sonra daha iyi saçmalayın. Size sunacağı hediyelere inanamayacaksınız.