Suriye tarihte neresidir sorusunun cevabıyla başlamak istiyorum yazıma. Ki bu yazının devamı da gelecek çünkü mesele uzun… Suriye, sınırları Osmanlı’dan sonra suni olarak çizilen ülkedir. Suriye diye bir ülke maalesef tarihte yoktur. Romalılar bir Suriye’den bahsederler o da bugünkü Suriye’nin yarısıdır ve daha geniştir aşağıda Ürdün’e kadar inen kısımdır Osmanlı’nın Suriyesi 19. yüzyılda kullanılmaya başlanan bir ifadedir.
Ama mesela Halep Suriye’ye girmez. Ve mesela Roma’da da Antiokya ayrı bir bölgedir. Bizim Antakya’mız…
Osmanlı bugünün Katar devletini; Bağdat Vilayeti Necis sancağı Katar kazası, Suudi Arabistan’ı ise Bağdat Vilayeti Necis sancağı Der’iye köyü olarak adlandırmıştır. Arşivlerde bu şekilde geçer.
Peki Suriye ne gibi yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahiptir? Önemi, bu denli paylaşılamaması nereden kaynaklanır? Ya da soruyu şöyle soralım, neden başı bir türlü dertten, istiladan, kötü yönetimden kurtulamamıştır tarih boyunca ve özellikle 20. yüzyıl boyunca…
Suriye petrol ve su açısından problemli bir ülkedir. Ama bütün bu olumsuzluklarına rağmen İpek Yolu’nun geçiş yoludur, Kızıldeniz’e açılan havzaların tam da ortasındadır, Bereketli Hilal’dir, ticaretin ve medeniyetlerin kaynaştığı noktadır. Fırat’tan Nil’e uzanan büyük bir alandır.
Suriye’nin kaderini 19. yüzyılın başından itibaren İngiltere ve Fransa ve Rusya belirlediler. Paylaştılar ama hep revize de ettiler. Suriye İngilizlerin yönetimine, Musul Fransızlara diye diye planlanmıştı ama işte Suriye İtilafnamesi ile 1919’da değişti. Musul karşılığında Suriye’den İngiltere çekildi; Suriye, Maraş, Antakya, Adana, Urfa Fransızların payına düştü.
Ama I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde oldu bittilerle işgal edilen bölgede işler Avrupalıların istediği gibi gitmedi. Suriye’de Türklerin Kuvayı Milliyesi denilecek yapılar oluştu. Mesela Halep Kuvayı Milliyesi ile Türk Kuvayı Milliyesi el ele çalıştılar; birbirleriyle silah, mühimmat, asker, neşriyat paylaştılar. Mustafa Kemal o dönemde bölgede ciddi çatışmalarda savundu Osmanlı topraklarını. Biliyordu, kurmay zekası olan adamlar buralarda kuvvetli işgal yönetimlerini olmasını istemiyorlardı. Tüm bu söz ettiklerim Mustafa Kemal’in Heyeti Temsiliye tutanaklarında geçiyor; biz Suriye halklarının milli mücadelelerini yürütemeyiz artık onlar bu mücadeleyi kendi kendilerine sürdürmek zorundalar diyordu. Ve anlıyorlar ki reel politikte imparatorluk hayali bitmiştir
Sonrasında, yani 1923’ten sonra Türkiye bu coğrafyaya sırtını döndü gibi bir algı vardır ama o da çok yanlış, çünkü Türkiye’nin kurucu babaları buralarda savaşmış, bölgeyi avuçlarının içi gibi bilen insanlardır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kral Fahd’ı, Şah Pehlevi’yi, Kral Abdullah’ı ve Afganistanlı Amanullah Han’ı ağırladılar.
Biz yine I. Dünya Savaşı yıllarına dönelim. Ve kısaca bölgedeki durumu hatırlatalım. 1920’de Suriye baştan kurulduğunda beş parça olarak kuruldu; Şam, Halep içinde Hatay Sancak idaresi, Lübnan, Dürzi idaresi ve Lazkiye ya da ‘Etat de Alavites’. Suriye, Fransız mandası olarak kuruldu, Cemiyeti Akvam’dan da tasdiklendi San Remo’da. Ama Suriye, 1936’da bağımsızlığını aldı. Hatay Sancağı, Atatürk’ün, ‘Şahsi Meselem’ inancıyla 1939’da Türkiye’ye katıldı ama Suriye’den son Fransız askerinin çıkışı 1946’dır.
Suriye içinde saydığımız Halep ayrı bir vilayettir. İçinde Antep dahil, sancak olarak Urfa dahil. Cebel i Lübnan da vardır, 1864’ten sonra aslında buna Cebel-i Düruz denir.
Tekrar dönelim 1864’ten sonra Osmanlı Suriye ismini kullanmaya başlar. 1864 Lübnan Nizamnamesi’den itibaren kullanılmaya başlanmış olabilir. Çünkü Dürziler ve Maruniler birbirlerini öldürmeye başlamıştı. Fransızlar Marunileri tutuyordu. İngilizler de Dürzileri silahlandırıp kışkırtıyordu. Fransızlar ve İngilizler, 1915 sonlarında Londra’da toplandı ve bölgenin paylaşımı için Fransızlar Picot adındaki son Beyrut Konsolosunu görevlendirdi. Sivri dilliydi amacı Beyrut, İskenderiye, Hayfa, Filistin, Musul, Toroslardan Mısır’a kadar uzanan geniş bir alan dahil Fransa’ya kazandırmaktı. Çünkü, Fransızlar Kuzey Afrika’daki topraklarının devamında bu bölgeden de toprak elde ederek Akdeniz hakimiyetlerini koruma güdüsündeydiler.
İngiltere’den de Sir Mark Sykes vardı. Meşhur Sykes Picot Planları bunlardır, Rusya’nın da onayı alındı ama savaş sonrasına kaldı işler.
Haftaya Suriye halklarıyla yazımıza devam edeceğim. Görüşmek dileğiyle…