Kötülük, kaos ve Amor Fati

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
18 Aralık 2024 Çarşamba

Gittikçe daha kaotik ve öngörülemez hale gelen bir dünyada mutlu ve sakin kalarak nasıl yaşayabileceğiz?

Küreselleşme ile başlayan azgın kapitalizmin yarattığı kriz ve onun tetiklediği göç hareketleri ile orta sınıfın gittikçe yoksullaşması, beklenmedik sosyal hareketlenmelere neden olurken birey olarak bunlarla ve kadim kötülüklerle nasıl başa çıkacağız?

Bunlar mühim sorular ama elbette dünyayı dert edinenlerin soruları. Ancak bu kaotik hayat yavaş yavaş evlerimizin içine girmeye başladığı zaman, bu soruları görmezden gelenlerin ne yapacakları merak konusu olacak…

***

Özellikle 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla biten göreceli küresel siyasi denge, o tarihten itibaren tek kutuplu dünyanın fişeklediği küreselleşme ile birlikte değişmeye başladı. Postmodernizmin pusuda bekleyen en başat türevi olan öngörülemezlik, işte bu noktadan sonra devreye girer.

Arap Baharı ile Ortadoğu çalkalanır, bahar daha sonra karşıt bahara da döner kimi yerlerde.

Kapitalizmin tehlikelerini yıllardır dile getirenlere fütursuzca ‘komünist’ damgası vuranlar bugün kapitalizmin yarattığı devasa sosyal eşitsizliğin, çalışan sınıfı özellikle Batı Dünyasında nasıl da zor durumda bıraktığını görüyor. Bu öngörülebilirdi ama kimileri ilgilenmek istemedi.

Diğer taraftan ucuz işçi kaynağı olarak görülen göçmenlerin yerelde işsizlik yaratacağı da hesaplanamadı ve bugün göçmenlere duyulan öfke bu coğrafyada, Nazizm’in yenilgisinden sonra bitti denilen aşırı sağı hortlatmış durumda…

Araba kullanan birinin gözüne toz kaçması sonucu sürücü direksiyonun hakimiyetini kaybedip, kaza yapabilir hatta sokakta tesadüfen bulunan insanların ölümüyle sonuçlanabilecek felakete neden olabilir. Sürücünün gözüne toz kaçması elbette öngörülemez bir gelişmedir ve yarattığı sonuçlar bağlamında öngörülebilir bir neden – sonuç ilişkisinden bahsedemeyiz. Ancak bugün tanık olduğumuz ve her birimizin hayatını öyle ya da böyle etkileyen karışıklıkların ve sorunların öngörülemez olduğu savı tartışılır olması lazım. Zira nasıl ki, matematikte bir artı bir ikiye eşitse, sosyolojide de, toplumların ve bireylerin harekete geçmesinin yarattığı karmaşa ve kaosun büyük ölçüde sosyal eşitsizlikten kaynaklandığı bilinir.

Öngörülemez olanın sadece, Ortadoğu’daki karmaşanın altında bir ölçüde yatanın, öncesi olmadığı kadar etnik kimliğe verilen aşırı önem olduğunu söylemek mümkün.

***

Birey için, kaosun yarattığı belirsizlik ve öngörülemezlikten daha da önemli bir faktörü unutmamak lazım. Kötülük ve hatta bazı noktalarda saf kötülük.

Toplumsal ortam bazen vahşi hayvanların rekabetinin olduğu ve yaşamak, hayatta kalmak için her türlü kötülüğün mubah olduğu vahşi bir ormana dönüşüyor…

Sokrates ve Platon, iyiliği bilgi sahibi olmakla, kötülüğü ise bu bilgiden yoksun olmakla formüle etmişlerdi. Bilgi iyiliğin yayılması için elzemdir, bu iki düşünür için.

Schopenhauer’e göre yaşamda bir ‘kör isteme’ pratiği vardır. Ve bu körlük insanı bencil duygularının gelişmesine neden olur. Dolayısıyla kötülüğün ardında yatan, bu bencilliğin motivasyonudur. Ona göre bunu alt edebilecek sanat vardır, bir de günümüzün moda deyimiyle empati, kendi deyimiyle duygudaşlık vardır.

Nietzsche’ye göre kötülük zayıf karakterlerin bencilliğinden kaynaklanır. Güçlü karakterler ise erdemin peşinden koşacaklarından, kötülük onlar için yapmayacakları bir eylemdir. Ancak Nietzsche’deki ‘zayıf’ veya ‘güçlü’ karakter, iyinin ve kötünün ötesinde yeniden tanımlanan bir noktadırlar.

Leibniz ise kötülük problemini masaya koyarken, “Tanrı mümkün dünyaların en iyisini yaratmıştır. Mümkün olanın en iyisini yaratabilmek için bir takım kötülüklere göz yummak zorundadır” der…

Leibniz’den yüzyıllar önce Stoacıların başı olan ünlü filozof kral Marcus Aurelius ise Leibniz’e ilham olacak şekilde kötülük sorununa şöyle yaklaşmıştı: “İnsan kendisine şunu sormalı: Dünyada kötülerin, utanmazların bulunmaması mümkün mü? O halde mümkün olmayan bir şeyi isteme. Bunu kabullendiğin zaman, kendine bir başka soru sorman gerekecek: Doğa bu kötülüğe karşı insana hangi erdemi bahşetmiştir? Bunun panzehrini doğanın yardımıyla sen bulacaksın…”

Bir başka stoacı Epiktetos ise kötülüğü olmasa bile, hayatımızı zorlaştıran ve de üzen kimseleri ve hadiseleri kabullenmenin insanı mutlu kılacak bir davranış biçimi olduğunu savlar. Bu fikrini de şöyle resmeder: Kaderi temsil eden iki öküzün çektiği bir arabaya bağlı bir köpek vardır. Köpek sağa gitmek isteyip de araba sola giderse köpek refleks olarak arabayı sağa çekmek için uğraşacak ama ip boynuna büyük acı verecek ve neticede onların gittiği yönde olacak. Ama artık, arabayı takip etmekten başka bir çaresi olmadığını anladığında acı çekmek yerine araba nereye dönerse oraya gitmeye başlayacak. Değiştiremediği bir olguda ısrar etmenin anlamı olmadığını anlayacak. Ve bunu artık hep kabullenmiş olacak.

Nietzsche’nin de amor fati’ derken anlatmak istediği de aslında buydu. Kaderi sevmekten başka çare yok ama onun kader anlayışı eylemsizlik ve teslimiyet değil, tersine, güçlü ve erdemli bir ‘üst insan’ olma adına onu bizzat kendisinin oluşturacağı bir yoldur. Bu uğraşın ve yolun sonunda kaderini seveceksin, der.

***

Günümüz kaosu herkesin kapısına dayanmış durumda. Öngörülemezlik ve bunun yarattığı kargaşanın ve de kötülüğün hayatlarımızı nereye sürüklediği de öngörülemiyor aslında.

Bu durumdan en az zararı görmek için, etrafımızdaki kötücül ve sorunlu insanlarla, kim olurlarsa olsun ilişkiyi kesmek kendimiz için verilebilecek en doğru karar olabilir.

Kontrol edemeyeceğimiz olumsuzluklar için de karalara bağlamanın bir anlamı olmadığını da idrak etmekte fayda var.

Hayat akıp geçiyor zira…

Ve sonra da, elbette ‘amor fati’.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün