SPİNOZA'NIN HOLLANDASI: Para, zerafet ve kültürün ülkesi -3

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
25 Aralık 2024 Çarşamba

Bir Doğa Felsefesi

Çağdaşları, Descartes ve Leibniz gibi ‘rasyonalist’ düşünür, Hıristiyanlığın ‘öteki dünya’ tarifini benimsemişler, Spinoza ise, felsefi düşüncede gelecek dünya ile ilgili hiçbir kalıntı bırakmamıştı.

Modern batı filozoflarının tekrarlamayı çok sevdikleri Spinoza felsefesi, özet olarak, şu fikirlerden ibaretti:

1- Dünyayı, Tanrı dışından değil, doğa içinden yönetiyordu.

2- Her şey doğa yasalarının zorlamasıyla ortaya çıktığına göre, bu zorunluluğu hesaba katmayan tüm değer yargıları uyduruktu.

3- Bunu anlamak, insanın özgürlük ve erginleşmesinin önkoşuluydu.

Bütün bunlar doğruydu ama, bunları ‘anlamış’ olmak, insanın özgürlük ve erginleşmesinin sadece ‘önkoşulu’, işin sadece başlangıcıydı.

Asıl şimdi işe koyulmak, Spinoza’nın vaat ettiği ‘kutlu’ yaşam yolunu sınamak, ‘Spinozacı Nirvanayı’ kişisel olarak gerçekleştirmek gerekiyordu.

Batılı felsefeci ve bilim insanlarının ilgi alanı iyi yaşamaktan fazla, ‘bilmek’ -ve bunu anlatmak- olduğu için, Spinoza’nın insan psikolojisi ile ilgili çözümlerine kulak kesilmiş… yaşantımızı nasıl iyileştirebileceğimiz hususundaki -ve meditasyonu andıran “egzotik” teknikler içeren- önerilerine kulaklarını tıkamıştı.

Etik’in ilk bölümlerinin bize öğrettiği, evrende sıkı bir nedenselliğin egemen olduğu, hem maddi şeylerin hem de düşüncelerin sıkı, şaşmaz bir nedensellik ve belirlenim altında gerçekleştiğidir.

Örneğin, zihnimizde kıskançlık duygusu, Newton’un elmasının düşmesini zorunlu kılana benzer bir nedensellik ve belirlenim sonucu gerçekleşir.

Belirli koşullar altında, Newton’un elması nasıl düşmezlik edemezse, kıskançlık duygusu da doğmazlık edemez… Yani, kıskançlığa kapılmama özgürlüğümüz yoktur.

Neyse ki, nedensellik ve belirlenime tabi olan, sadece kıskançlık ve öfke gibi ‘hüzünlü’ duygular değildir. Örneğin ‘sevgi’ ve ‘güven duygusu’ gibi ‘sevinçli’ duygular da, koşulları gerçekleştiğinde zorunlu olarak ortaya çıkarlar.

Bundan ilginç bir fikir çıkmaktadır: tutsaklığımızın nedeni olan ve bir ‘özgür istencimizin’ olmadığını düşündüren nedensellik yasası, aynı zamanda özgürlüğümüzün kapısıdır.

Madem ki tüm duygular, belirli koşullar altında doğmakta ve belirli koşullar altında yok olmaktadırlar, olumlu duyguların doğmalarını, olumsuz duyguların da yok olmalarını sağlamak mümkün olmalıdır.

Mutlu ve sağlıklı bir zihne sahip olmamızı engelleyen, zihnimizin etkilenir bir yapıya sahip olmasıdır.

Ama diğer yandan zihnin doğasında, kendi hallerini izleme, onları anlama ve düzene sokma, kendini mutlu kılma gücü de vardır.

İzleyen ile izlenenin, ‘düzeni bozulan’ ile ‘düzeni kuranın’ bir ve aynı kişi olduğu düşünülürse; ve üstelik istenen düzen kurulsa bile, kurulan düzenin her şey gibi sonlu, yani yeni etkilenmelere açık olduğu da hesaba katılırsa, düzenin kurulması ve muhafazası için çok özel tekniklerin geliştirilmesi gerektiği anlaşılır.

Etik’in 5. Bölümü, önce bizi hayatın getirdikleri karşısında pasif kalmaktan kurtaracak, bizi yaşam karşısında aktif kılacak yolların neler olduğunu, sonra da bu yolların sonunda ulaşmayı ümit edebileceğimiz, savaşımın yok olduğu özgür ve kutlu varoluş halinin nasıl bir şey olduğunu gösterir.

Spinoza’nın işlevi böylece tamamlanmış olur. Sıra, şimdi filozofumuzun özgürlüğe götüren bu yaşam biçimi ya da yolunu (modo sive via ad libertatem ducit) bütün varlığımızla denemeye, yaşamımızın bir parçası yapmaya gelmiştir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün