Küreklere asılmaya devam!

İzel ROZENTAL Köşe Yazısı
25 Aralık 2024 Çarşamba

2024 yılının son yazısı bu. Kafam karmakarışık! Zor bir yıl geçirdik. Sevdiklerimizden yitirdiklerimiz oldu, mutlu anlarımız da… Kayıplar kazançlardan fazla mıydı ne? Şimdi oturup bilançosunu yapacak değilim. Temennim klasik: Yenisi eskisini aratmasın!

Tuna Saylağ ile yeni çıkan kitabım Talihsiz Anjel Hala hakkında gerçekleştirdiğimiz söyleşide, Tuna’nın savaşlar ve trajedilerle ilgili olarak, “Bu gidişatın bir gün değişeceğine dair ümidin var mı” sorusuna bayağı karamsar bir cevap vermişim. “Bana bu soruyu 1970’li yıllarda sormuş olsaydın, hiç tereddüt etmeden ‘evet var’ cevabını yapıştırırdım. Fakat bugün gelinen noktada maalesef artık öyle bir beklentimin kalmadığını itiraf etmeliyim” demişim. Yanlış cevap!

Doğru cevabı vermeden önce, sizi tam on üç yıl öncesine, yine bu köşede yayımlanan bir yıl sonu yazısına götürmek istiyorum. Bakın o zamanki ruh halimle neler yazmışım 28 Aralık 2011 tarihinde:

1971 yılında tam yirmi yaşında bir delikanlıydım ve askere alınmıştım. Benim için önemli bir dönüm noktasıydı, hayata bakışım bir anda değişivermişti. Çocukken hep yirmi yaşında olmayı düşlerdim. Oysa yirmi yaşına ulaştığımda hayatın hiç de sandığım gibi basit olmadığını anladım. Sorumluluk olgusu bir hamal küfesi gibi omuzlarıma yüklendi!

Yirmi dördüncü yaşımda evlendim, yirmi beşinci yaşımda baba oldum, yetmemiş olmalı ki yirmi yedinci yaşımda bir kez daha baba oldum. Sorumluluk küfesi tıka basa doluyor, omuzlarımdaki yük ağırlaştıkça ağırlaşıyordu! Çalışmam, daha fazla çalışmam gerekiyordu. Ama gözlerimin önüne bir hedef/havuç yerleştirmiştim. Ta ufukta ulaşmak istediğim bir liman hayal etmiştim. İşte o hayali liman benim havucum olmuştu. Engin hayat denizinde kırkıncı yaş, güzel ve sakin bir sahil kasabası gibi ışıl ışıl parıldıyor, umut vaat ediyordu. Altımda sandal, sırtımda küfe, kırkıncı yaşıma doğru heyecanla kürek çekmeye koyuldum.

Yıllar nasıl geçti bilmiyorum! Yol boyunca avuçlarımın içi nasır tuttu. Kimi zaman ıskarmoz kırıldı, kimi zaman kayış koptu. Yılmadım, bozulanları kırılanları onardım, yapıştırdım, yola devam ettim. Hedeflediğim limana ulaştığımda yapmak istediklerimin belki bir kısmını gerçekleştirmiştim ama henüz bitmemişti. Hâlâ güçlü ve arzuluydum. Üstelik ileriye yönelik belirlenmiş pek çok beklenti ve isteklerim vardı. Fakat şöyle bir dönüp geriye baktığımda, onca yıldır kürek çekmeme rağmen suda pek iz bırakmamış olduğumu gördüm. Küfemi içindekilerle birlikte sandalıma yerleştirdim, sandalın ipini de kırk yaş iskelesinin babalarından birine sıkıca bağladım.

Yazıp çizmeye işte o zaman başladım. Yıl 1991 idi ve tam kırk yaşındaydım. Yani yıllar boyunca ulaşmak amacıyla sandalımın küreklerine var gücümle asıldığım yaş… Bu tılsımlı yaşı bırakmaya hiç ama hiç niyetim yoktu! Yıllar birer birer yanımdan geçtiyse de, sandalım hep aynı iskelenin babasına bağlı kaldı. İskelenin çevresine kazıdığım izler kalıcıymış gibi geliyordu bana; denizde bırakılanlar gibi köpük olup erimiyorlardı çünkü... Kırk yaş iskelesinden ayrılmayı hiç istemedim. Saçıma sakalıma düşen aklar bile kırk yaşımdan uzaklaştıramadılar beni. Evet, inanılır gibi değil ama tam yirmi yıldır ben kırk yaşındayım!

Ama artık vedalaşma zamanı geldi. İskele kalabalıklaştı, yer daralıyor… Her tarafta kargaşa ve curcuna var. Rahatsızım. Birazdan 2011 sona erecek. Anlaşılan o ki, tıpkı şairin dediği gibi, ‘Artık demir almak günü gelmiş zamandan!’ Usulca sandalımın ipini çözüp yeniden yola koyulmam gerek.”

Yazının bundan sonraki bölümü tam bir karamsarlık örneği. “Kendimde kürek çekecek gücü bulamıyorum, bezginim, hedefim kalmadı, sandaldan atlayasım var” tarzında laflar sıralıyorum… Peki ama sonrasında neler oldu?

O yazıyı kaleme aldığım gün bulamadığım güçle yazmaya çizmeye devam ettim. Kırk yaş iskelesinden ayrıldım ayrılmasına ama uğradığım her yeni limanda değişik tatlar buldum, yeni insanlar tanıdım, farklı duygular keşfettim. Yetmiş yaş iskelesine yanaştığımdaysa oturdum bir grafik roman yazdım, üstelik yaşıma başıma bakmadan!

Hayır Tuna, bitmedi; ümidim ve beklentilerim hâlâ var. Hayatta güzel şeyler de oluyor. Zıpkın gibi bir alfa kuşağı yetişiyor. Yaratıcı, sorgulayıcı, araştırmacı, meraklı, kül yutmayan bir nesil bu. Nereden biliyorsun dersen, torunlardan, yeğenlerden, gözleri ışıl ışıl parıldayan komşu çocuklarından diyeceğim… Bu kuşağa güveniyorum, gidişatı onlar değiştirecek. Ben de dünyayı ateşe verenlere, savaş çığırtkanlarına, iklim krizi inkarcılarına karşı usul usul kürek çekmeyi sürdüreceğim, gücümün yettiği kadar.

Mutlu yıllar!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün