“Bu kelimeleri kullanmak belki bazılarına kötü gözükebilir. Ama Ayrton Senna başka nasıl anlatılabilir bilemiyorum…
O, amaçlarını gerçekleştirebilmek için her şeyini ortaya koyan olağanüstü derecede şiddetli adanmışlığı olan bir insandı. Tarihte belki Büyük İskender, Sezar ya da Mustafa Kemal Atatürk gibi kişilerde gördüğünüz türde bir adanmışlıktan bahsediyorum.
Birleşik Krallık’a İngilizce dahi konuşamayan, kimsenin tanımadığı bir Brezilyalı olarak gelmişti. Soğuk bir iklime gelmişti. Evinden çok uzakta yaşıyordu. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen sanatına yüzde 1000 oranında odaklanmış bir kişiydi.
Bulunduğu noktaya; geçmesi gereken tüm yolları, hakkını vererek, gereken zamanı kendine tanıyarak, her hatadan ders çıkararak ve öğrenerek, odağını hep taze tutarak, rakiplerini tek tek elimine ederek ve eze eze ve ezile ezile gelmişti. Önce carting pistlerinden mezun oldu. Sonra sırasıyla Formula Ford ve Formula 3’ü tatbik etti. Bu yolların hepsinden geçtikten sonra sonunda aslanların yuvası olan Formula 1’e geldi. Henüz daha ilk yılında hem de turnuvanın en zayıf takımında olmasına ve turnuvanın en kötü arabasını kullanıyor olmasına rağmen neredeyse bir Grand Prix zaferine ulaşıyordu.
Samimi görüşüme göre - ki tüm pilotları çok iyi tanıyordum, bu sebeple düşüncelerimde samimi olduğuma inanabilirsiniz – Senna tüm bu adanmışlığına rağmen hiçbir zaman insanlara karşı saygısız olmadı. Oldukça ince ve zarif bir insandı. İngilizlerin beyefendi dediği türde bir insandı.
Eğer onunla konuşmak isterseniz, her zaman “yarıştan sonra beni gör” derdi. Yarıştan sonra onu görmek için beklemeniz gerekebilirdi, hem de çok beklemeniz gerekirdi, çünkü herkes onu görmek için sıraya girerdi. Ama eninde sonunda onu görürdünüz ve size vakit ayırırdı”.
Yıllarca Formula 1 anlatan spor yorumcusu Murray Walker, Ayrton Senna’yı işte bu sözlerle anlatıyordu.
Brezilya’nın ulusal kahramanı Ayrton Senna’nın pist dışında göz alıcı bir kişiliği vardı. Bir odaya sadece girmesi yeterdi. Odada bulunan gözler anında üzerine çevrilirdi.
Pistte ise doğal bir yeteneği olmasına rağmen bazı tavırları tartışma konusu olmuştur.
Örneğin 1990 Japonya Grand Prix’sinde en büyük rakibi Alain Prost’u (birçoğu bilerek ve kasten yaptığını iddia eder) daha henüz ilk virajda pistin dışına iterek hem Prost’un, hem yan hakemlerin hem izleyicilerin hayatını, hem de kendi hayatını riske atmıştı. Aynı zamanda bu hareketiyle matematiksel olarak dünya şampiyonluğunu da garantilemişti.
Yine de 1992 yılında Belçika pistindeki sıralama yarışlarında Erik Comas’ın şiddetli bir kaza geçirdiğini görür görmez kendi güvenliğini düşünmeden aracını durdurmuş, piste koşmuş Comas’ın boynunu güvenli pozisyona almış, motoru durdurmuş ve yangını önleyerek Comas’nın hayatını kurtarmıştı.
Senna, tarih boyunca gelmiş geçmiş izlemesi en keyif veren ve en dikkat çeken pilotlardan biriydi. Yarıştığı 161 Grand Prix’nin 65’inde en hızlı pilot olmuştu.
Hele 1985 yılında Adelaide pistindeki performansı unutulmazlar arasında girmiştir. Öyle ki bugün yarışan pilotlar bile Senna’nın Adelaide’de pol pozisyonu kazandığı etabın videosunu eğitim amacıyla izlerler.
1982’nin Şampiyonluk adayı olan pilot John Watson o günü şöyle anlatıyor :
“Eleme turunu bitirmiştim ve içeri giriyordum. Bunu yaparken dikiz aynasından baktığımda çok hızlı şekilde üzerime gelen bir araba gördüm. Sarı kaskından onu hemen tanıdım. Kenara çekilerek ona ihtiyacı olan alanı verdim. O kadar hızlıydı ki orada öylece durdum. Şaşkına dönmüştüm. Kendi kendime Grand Prix pilotu olarak geçirdiğim zamanın fiilen sona erdiğini söyledim çünkü hiçbir zaman bu kadar hızlı olamayacaktım. Bu adam hayatta aklıma gelmeyecek, uygulamaya bile cesaret edemeyeceğim işler yapıyordu. Araba resmen dans ediyordu. Asfaltın üzerindeki yağmur gibiydi.”
Onu izleyenlerin nefesi kesiliyordu, ama yarışan Senna’nın nefesi hiç kesilmiyordu. Kontrol hep ondaydı. 1994 yılına girildiğinde efsane, spordaki onuncu senesini doldurmuştu. 65 pol pozisyonu kazanmış, 161 start yapmış, 600’den fazla puan kazanmıştı. 80 kez podyuma çıkmış, 41 galibiyete imza atmıştı. Bununla beraber tam üç Dünya Şampiyonluğu kazanmıştı. (1988, 1990 ve 1991)
1994 Dünya Kupası’nın da favorisiydi. Takımı Williams’ın çok iyi bir aracı vardı. Her şey sezon başı Senna için mükemmel giderken FIA araçlarda elektroniklerin kullanılmasını asgariye indiren bir kural çıkardı. Bu sonun başlangıcı idi. Senna aracına alışmakta zorluk çekiyordu. Formula 1 hayatına başladığından beri FIA’ya istisnasız en sert muhalefeti yapan pilot olmuştu. Yine aynı yıl pilotlar arasında birliği sağlayacak bir dernek kurmak için faaliyetlere başlamıştı. Tüm bu başarı hikâyesi, sezonun üçüncü yarışı olan IMOLA Pisti’nde yedinci turda Senna’nın her zaman kolaylıkla aldığı Tamburello virajında yoldan çıkarak şiddetli bir şekilde duvara çarpmasıyla sona erdi.
Brezilya için o bir halk kahramanıydı. Kazandığı paranın büyük miktarını Brezilya’daki çocukların eğitimi için harcardı. Cenazesinde Sao Paolo’da tarihin görmediği bir sokak korteji düzenlendi. Bir milyondan fazla insan Senna’nın kortejine eşlik etti ve onu son yolculuğuna uğurladı. Brezilya hükümeti ise bu büyük insanı anmak için üç günlük ulusal yas ilan etti. Senna, halkı ve devleti tarafından ulusal kahramanlar için düzenlenen askeri törenler eşliğinde mezarına defnedildi.
Senna, benim için de Formula 1’den fazlasıydı. Arkasından gözyaşı döktüğüm ender insanlardan biriydi.
Huzur içinde yat, Campeao!