Fi tarihte evimizin karşısındaki boş arazinin tam ortasından kaynağı belli olmayan küçük bir dere akardı. Çevrede de varoş misali birkaç derme çatma kulübe vardı. Oradaki tek yaşam belirtisi, gündüzleri etrafta koşuşturan çocuklar ve iki ağaç arasındaki ipte asılı olan çamaşırlardı. Birkaç tavukla zamansız öten horozların yanı sıra yolunu şaşırıp gelen koyunlardan başka gelen geçen olmazdı.
Ekolojik bir anlatı gibi gelse de, derenin şırıltısı hariç görüntü hoş değildi. Ancak kış gelip kar yağdığına ortam bir anda değişirdi. Kar bütün çirkinlikleri örterdi. Hayal gücümüzü biraz zorladığımızda, geceleri beyazın içinde pencerelerden belli belirsiz sızan ışığın barakalardan yansıdığını unutur; onları dağdaki şalelere (chalet) benzetirdik. Etraf beyaza bürünür, sokak lambasının çevresi mavi beyaz küçük kristallere benzerdi.
***
Her değişim iyilik habercisi değildir. Hayal etmek güzeldir de, geçerlilik süresi belirsizdir. Nitekim bir sabah gürültü ve kargaşa sesleri duyarak pencereye koştuk. Karşı arazide dozer, greyder, vinç ve bir sürü inşaat makinesi barakaları yıkmak için bekleşiyordu.
Sonuç olarak önce derme çatma barakalar yıkıldı. Sonra adım adım koca arazinin üstünden silindirler geçti. Kimse ne olduğunu tam anlamadan arazi dümdüz oldu. Yasal açıdan nasıl bölündü bilmiyorum. Şimdilerde büyük bir kısmı otopark olarak kullanılıyor. Diğer kısmı halen boş ve bir çöplüğü andırıyor. Tabii küçük deremiz de kurudu gitti.
Bu olay neden birdenbire çağrışım yaptı bilemiyorum. Belki de yılbaşı vesilesiyle şehrin kimi kısımlarının ışıl ışıl aydınlatılması, renk cümbüşüne dönmesi mutluluk verirken, şehrin kimi kesimleri içinse ışıklar farklı bir sanallık. Tıpkı bizim yıkılan barakaları dağ kulübesine/şalelere dönüştürdüğümüz gibi…
***
Daha önce yazmışlığım vardır; beşer yıldan üç kez ilkokuldan mezun oldum. Birincisi kendim; ikincisi büyük oğlum, en son da aralarında altı yaş fark olan küçük oğlum için.
Birincisinde sorun yoktu. Ödevler kendi sorumluluğumdu. Türkiye haritası yedi coğrafi bölgeye ayrılmıştı ve 67 ilimiz vardı. Bu bilgi birikimi ile beşinci sınıf sonrası yabancı dilde eğitim veren okulların sınavlarına girer, birini kazanırdık.
Oğullarıma gelince, altı yıl arayla eğitim sistemi belki altı kez değişti. Çocuklar okumayı henüz sökerken veliler beşinci sınıf sonrası ÖSYS (Orta öğretim kurumları için ‘Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı) sınav hazırlık stresine girmişlerdi. Çocukların ‘yarış atı’ dönemi başlamıştı.
Daha ziyade ezbere dayalı, sonra da ‘yanlış doğruyu götürür’ yöntemi sayesinde ebeveynler devreye girmek durumunda kaldı. Bu süreçte ülkedeki il sayısı 67’den 81’e çıkmıştı.
Coğrafi bölge sayısı aynı kalmıştı ama yeraltı, yer üstü kaynakları hızla artıyordu. Her yerden nehirler fışkırıyor, ovalar çoğalıyor, tarım ürünleri giderek çeşitleniyor, maden ocaklarının getirisi bitmek bilmiyordu. Kısacası ikinci ve üçüncü mezuniyetim arasında ülke hayli zenginleşmişti.
Söz konusu tempoyu yerine oturtmak için koca fiyonklu çikolata kutusu ve referansla gidilen ‘test’ hocaları altın çağını yaşıyordu.
Şükürler olsun çocukların hepsi bir yerleri kazandı. Bazısı sonuçlardan mutlu, bazısı daha az mutlu oldu. ‘Az mutlu’ları normal yaşama döndürmek yine ebeveynlere düştü.
Günümüz çocukları yabancı dilde eğitim veren liselere girmek için ne tür bir hazırlık içindeler bilmiyorum. Ama bildiğim, gözlemlediğim, içimi en çok acıtan, eğitim seviyesini yetersiz bulan genç neslin çocukları okul çağına gelmeden önce yaşamlarını yurtdışında sürdürme kararı aldıkları…
***
Miladi yeni yıla girerken 2025’te önce sağlık ve huzur, ardından bu ikisinin kaynağı olan mizah ve sanatın bizimle olmasını diliyorum.
Yapay zekâdan en büyük beklentim ise tıp alanındaki araştırma-gelişmeleri hızlandırıp henüz tedavisi olmayan rahatsızlıklara çare bulmasıdır.
Sağlıkla kalın.