Çin kültüründe binlerce yıldır var olan Yin Yang kavramı, yaşamımızdaki iki zıtlığın bir araya gelmesidir. Birbirini tamamlayan bu iki parçanın (siyah/beyaz) dengeyi anlamanın bir yolu olduğuna inanılır.
Soğuk bir kış sabahında bu dengenin veya dengesizliğin birdenbire nereden aklıma geldiğini de anlamış değilim. Çok basite indirgersem, birkaç gündür önce çiseleyerek başlayan yağmur, içimdeki ‘yin’in sakinliğini simgelerken fırtınaya dönüşen sağanak da kaosa dönüşen ‘yang’ ile birleşti.
↔↔↔
‘Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır’ı betimleyen söz konusu Çin felsefesi hapşırmaya başlamamla birlikte nötralize oldu.
Bugünlerde son derece mutluyum. Bir süreliğine de olsa eski günlerime geri döndüm.
Kendimi bildim bileli, bir topluluğun arasına girdiğimde el vermenin ardından gelen öpüşme faslına hiçbir zaman anlam veremedim. Daha ziyade Doğululara özgü olan bu gelenek bir samimiyet ifadesi değil, sadece bir alışkanlık.
COVID-19 virüsü sürecinde toplumun geneli, bulaşıcılığı önlemek amacıyla, değil öpüşmek, tokalaşmaktan dahi vazgeçti. Buna rağmen insan ilişkilerinde samimiyet duygusu körelmedi.
Eskilerin ‘paçavra hastalığı’ diye adlandırdıkları grip, bu kış bir solunum virüsü olan ‘influenza’ ile neredeyse salgın hale geldi. Zatürre vakaları daha sık duyulmaya başlandı. Sokakta “Üçlü test yaptırdınız mı? CRP’si yüksek mi?” gibi ayaküstü teşhis sohbetleri sıradanlaştı.
“Acile gittik; serum takınca toparlandım”, gerçekten serum hemen iyileştiriyor mu, yoksa işe gitme zorunluluğu bu seçeneği mi gerektiriyor. Sonuçta herkes kendini salgından korumaya çalışıyor. Korku; korumacılığı berberinde getirir. Sebep keşke hastalık olmasaydı… Yine de bu kış her vesilede öpüşmeden geçireceğimiz için bir nebze huzurluyum.
↔↔↔
Geçtiğimiz hafta Nino Varon’un ‘Sanatla Geçen Bir Ömür’ başlıklı resim sergisi Beyoğlu Belediyesi’nin ‘6. Daire Sanat Galerisi’nde izleyicilerle buluştu. Bir müzik insanı/duayeni olarak ünlenen N. Varon’u resim alanında, daha önceleri sergilediği eserlerinden ziyade neredeyse elini kaldırmadan kısa süre içinde yaptığı karakalem yelkenli ve vapur eskizleriyle özdeşleştiririm. Belki de nedeni, Büyükada’nın çok güzel dönemlerini paylaştığımız, bir süre yaz aylarında ailesiyle yaşadığı yelkenliyi hep anımsadığımdandır.
Nino’nun eserlerini, güzel veya değil olarak nitelendirmem mümkün değil. Akla hayale gelmeyecek her tür malzemenin üstüne resim yapabilen sanatçının eserlerinde hayat bulan her kişinin ayrı bir hikâyesi var. Sergiyi ziyaretinizde, sanatçıyla sohbet ederseniz ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız. Nino müzik dünyasında bir ‘liseur’, resim dünyasında ise bir ‘anlatıcı’.
Şartlar ne olursa olsun, Nino Varon sevmediği hiçbir işe el atmadı. Müzik, sonra da resim yüreğinin iki yarısı oldu. O, hâlâ kendi stilini yaratmış bir romantik. Mevlana’nın dediği gibi; ‘Ne kadar bilirsen bil/söylediklerin/karşıdakilerin anlayabileceği kadardır.’
↔↔↔
Ayrıntılar Nino Varon’un hayatına isteyerek veya istemeyerek hep var oldu.
Güzel bir yemek yapabilirsiniz. Ancak kurduğunuz sofra özenli değilse, yemeğin lezzeti ikinci planda kalır.
Küratörler bir koleksiyonu, doğru buldukları bir etkiyi yaratmak için düzenler. Serginin Sanat Yönetmeni/küratörü Yeşer Yelmez de gerçekten mükemmel bir ortam yarattı. Beraberindeki ekiple, sergi afiş tasarımından, resimlerin gruplanıp yerlerini bulmasına değin, her ayrıntı bir değer yarattı.
Serginin yer aldığı, Beyoğlu’ndaki 6. Daire, 1857’de İstanbul’da kurulan ilk belediye teşkilatının bulunduğu bölgeydi ve Paris’teki ‘6. Bölge’den esinlenilerek yapılmıştı. Sonuç olarak Fransız diline hayran olan Nino Varon sergisini ‘6eme Arrondisment’te açmış oldu.
Güzeldir ayrıntılar.
Sağlıkla kalın.