Jimmy Carter ve bugünler

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
15 Ocak 2025 Çarşamba

ABD’nin 39. başkanı Jimmy Carter geçtiğimiz günlerde 100 yaşında hayata veda etti. Politikaları ve gelecek kuşaklara bıraktıkları hakkında çok yazılıp çizildi. Fıstık tüccarı bir aileden geldiği için Amerikan siyasetinde sık sık alay konusu oldu. Nitekim başarıları ıskaladıklarının gölgesinde kalmış olacak ki, 1981 Kasım’ında yapılan seçimlerde Cumhuriyetçi Başlan adayı Ronald Reagan’a yenildi.

Carter’ın başkanlığı insan haklarına ve diplomasiye verdiği önem ile anlam buldu. ABD’nin küresel barışı ve adaleti sağlamak gibi moral bir görevi olduğunu vurgulamış ve bunu Camp David Barış Anlaşması ile taçlandırmıştı. O günkü konjonktüründe İsrail ile Mısır’ı bir araya getirmek hiç kolay bir iş değildi. Carter ince ince ördüğü diplomasi ile Başkan Enver Sedat ile Başbakan Menahem Begin’i Camp David’de buluşturduğunda kimse, tarihlerinde defalarca savaşmış bu iki ülkenin barışa imza atacağını beklemiyordu.

Başkan Sedat’ın Knesset’teki konuşmasını televizyondan izlediğim zaman henüz lise son sınıfta, dünyadaki gelişmeleri anlamaya çalışan bir gençtim. Nelerin söylendiğini, nelerin önem arz ettiğini anımsamıyorum. Ancak tarihi bir anın yaşandığını, İsrailli vekillerin Sedat’ı ayakta ve alkışlarla karşıladıklarını hatırlıyorum. Başarının önemli bir payı şüphesiz Başkan Carter’a aitti ve kendisini bir barış insanı olarak ünlendirdi.

Demokratik Parti’den seçime girdiğine Amerikan Yahudi toplumu tarafından çokça desteklenmişti. Gelin görün ki zaman içinde Ortadoğu ve İsrail ile olan görüşleri ve dile getirdiği eleştiriler nedeni bu ilişkiler zorlu bir döneme girecekti.

Carter’ın, başkanlığı sırasında da, görevi devrettikten sonra da, özellikle Batı Şeria’daki yerleşimler ile ilgili çok net mesajları olmuştu. Bu sorunun Ortadoğu’daki barışın önündeki en büyük engel olduğunu, ancak iki devletli bir coğrafyanın bölgede kalıcı bir çözüme giden yolu açacağını ifade ediyordu.

Yazılarında, konuşmalarında İsrail’in güvenlik, terör gibi hassasiyetlerini dile getirmediği, bunları geçiştirdiği kanısı yaygındı. 2006’da yayınladığı ‘Palestine: Peace Not Apertheid’ başlıklı kitabı ve İsrail’i Güney Afrika tipi ırkçılıkla suçlaması kendisini, birçok Amerikan Yahudi kuruluşunun hedefine koydu.

Karşılaştırmanın adil olmadığını ve uluslararası ilişkiler açısından ağır bir benzetme içerdiği çokça yazıldı. Carter, neticede eski bir Amerikan Başkanı idi ve siyaseten olmasa da kamuoyu oluşturması açısından ağırlığı olan bir kişiydi. Nitekim apertheid suçlaması özellikle sol görüşün günümüzde çokça dile getirdiği bir argüman. Gelen eleştiriler kendisine geri adım attırmadıysa da kastettiğinin bu olmadığını, Güney Afrika’nın ırkçı modeli ile İsrail arasında bağlantı kurulamayacağını ancak, özellikle Batı Şeria’da güdülen bazı politikaların insan hakları bağlamında gözden geçirilmesi gerektiğini ifade ettiğinin altını çizdiğini beyan etmek zorunda kalmıştı.

Terörle nasıl başa çıkılacağını, güvenliğin nasıl sağlanacağını, terörle özdeşleşmiş grupların halkı suiistimal etmelerinin önüne nasıl geçileceğini ise devlet kimliği ile tanımladığı İsrail’in kabiliyetine bırakıyordu.

Kendinden önceki ve sonraki ABD yönetimleri de eleştirilerinden nasibini alıyordu. Amerika’nın Filistin davasına gereği kadar önem vermediğinin altını çiziyordu. Oysa Washington, Soğuk Savaş yıllarından sonra da, konuyu salt bir İsrail – Filistin çatışması olarak algılamadı. İşin içinde Rusya ve daha sonra bölgeye olan ilgisi yakıcı olacak İran vardı. Yanı sıra soruna hiçbir zaman gereken önemi göstermeyen Arap başkentleri de ayrı bir problemdi.

Camp David Anlaşması benzeri bir girişimi Başkan Clinton da yapmış, FKÖ lideri Yaser Arafat ile Başbakan Yitshak Rabin’i ve Dış İşleri Bakanı Shimon Peres’i bir araya getirmişti. Anlaşmaya giden yolda, Arafat, belki de Sedat’ın akıbetine uğramaktan çekindiği için, geri adım atmış ve barışa ulaşma anlamında önemli bir fırsat kaçırılmıştı.

Şiddetin geçerli olduğu bir coğrafyada barışı konuşmak kolay değil. Donald Trump’ın Başkanlığının son demlerinde imza altına alınan İbrahim Anlaşmalarının bölgeye yeni bir nefes getireceğini ummak gerek. Gerçi siyasi gözlemciler iki devletli çözümün bugün için mümkün olamayacağını dile getiriyorlar.

İnsan hakları savunucuları ise Carter’ın mirasına uygun barış için bastırıyorlar ve İsrail’i acımasızca eleştiriyorlar. Oysa, barış tek taraflı olamayacağına göre, benzer çağrıların ve eleştirilerin Filistinlilere de yönlendirilmesi gerekmez mi? Özellikle de sokaklarında terör eylemlerinin alışılagelmişi ifade ettiği, eğitiminde Yahudilere nefretin esas olduğu topraklarda.

Son tahlilde, Arap aleminin etkin olarak taraf olmayacağı bir girişimin Ortadoğu’ya refah getirmesini ummak romantik bir yaklaşımdan öteye gitmeyecektir

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün