Hahambaşımızın anısına

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
22 Ocak 2025 Çarşamba

Yıl 1995… Eylül ayında bizim okula geldiğimde yirmi dört yaşındaydım, üç senelik öğretmendim. Şimdi benim yaşımızda olanlar bile, o gün bize göre çok büyüktü… O zaman, bölüm odaları yoktu okulumuzda. Eski usul öğretmenler odasında, hepimiz bir aradaydık. Okula yeni gelmiş olmamın getirdiği dikkat, özen, hafif çekingen ama bir o kadar da meraklı bir halde; kimin kim olduğunu, hangi odanın nerede olduğunu öğrenmeye çalışırken tanıdım onu…

İsak Haleva, din dersi öğretmeniydi ve öğretmenler odasının en renkli simalarından biriydi. Hepimizi düşündüren, bize yol gösteren bilge bir tavrı, aynı zamanda babacan haliyle hayatımıza renk katan çok keyifli bir tarafı vardı. Hem çekiniyordum ondan hem de sanki yıllar öncesinden tanıyormuş bir halde yakın duruyordum ona… Yaptığı yorumlar, anlattığı menkıbeler, verdiği örnekler ilgimi çok çekiyordu. Söylediği her cümle, inançlı tarafıma değiyor, beni düşündürüyor, ona yeni sorular sormama vesile oluyordu. O zamanlar bilgisayar, internet filan yoktu. Dönem sonlarında not fişlerini elimizde yazardık, en küçük düzeltmenin bile yapılamadığı, yanlış yapılırsa bütün fişin baştan yazılmasının şart olduğu zamanlardı. Baktım ki bu tekrar tekrar yazma işi, onun canını çok sıkıyor, hocam verin ben yazayım fişlerinizi, dedim. Yazar mısın kızım sahiden, Allah razı olsun senden, dedi. Sonra bütün öğretmenler odasına dönüp, hiçbirinizin haberi yok ama bu hanım kızın bugün bana yaptığı, en güzel mitsvalardan biri, dedi. O gün başladım dini terimleri öğrenmeye… Mitsva nedir, pasuk nedir, seder sofrası nedir; önce ondan öğrendim. Yıllarca beraber çalıştık. 2002’de Hahambaşı olmasından sonra ne zaman bir araya gelsek hep aynı şeyi düşündüğümü biliyorum; din öğretmeni İsak Bey’le, Hahambaşımız Rav İsak Haleva arasında zerre fark yoktu. Aynı samimiyet, aynı iyi niyet, aynı hayata sıkı sıkıya bağlı taraf, aynı yol göstericilik… Hiç değişmedi.

Hahambaşılığa bir sebeple yolum düştüğünde beni odasında ağırlamıştı. Öğretmenler odasında değildik. Yahudi Toplumunun en önemli odasındaydık. Görüşmemizin sonunda bana, “Senin için dua edeceğim, senin gibi bir genç hanım, eşlerin en güzeline layıktır ama senin de bu konuda biraz çaba göstermen lazım,” diyerek güldü. Bu diyalog yıllarca sürdü aramızda. Ne zaman görüşsek; ben Tanrı’ya mail gönderiyorum, faks çekiyorum, dua ediyorum ama sen hâlâ hiçbir şey yapmıyorsun, diyerek hem beni güldürüyor hem de yumuşak bir biçimde benim bu konuda düşünmeme vesile oluyordu. Seneler sonra düğünümüze geldiğinde aile masasından sonra el öptüğümüz ikinci masa onun bulunduğu masaydı. Önce onun elini öpmek için eğildiğimde ellerimi tutarak, nihayet dediğimi yaptın, diye beni yine güldürdükten sonra eşime dönüp, yirmi dört ayar altındır, dedi. Ne kadar onur verici, ne kadar sevgi dolu, ne kadar samimi bir cümleydi bu! Asıl bu cümle benim için altın değerindeydi…

Biz ondan; din adamlarının da cana yakın olabileceklerini, aydın olabileceklerini, medeni olabilecekleri gerçeğini görerek öğrendik. Her konuda gösterdiği kolay bir yol, verdiği doğru bir örnek vardı. İkna kabiliyeti, sağlam bilgisi, anlayışlı ama kararlı duruşuyla herkesin sevgi ve saygısını kazanmış, yediden yetmişe herkese aynı mesafede durmayı başarmış bir din büyüğüydü. Her sene son sınıf öğrencileri, mezuniyetin hemen öncesinde onun hayır duasını almaya giderdi. O gün, okuldaki son günleri olurdu ve onun yanından okula döndüklerinde biraz daha büyümüş olduklarını adeta gözlerimle görürdüm.

Çok doğru ve sevgi dolu bir eş, çok iyi bir baba, şahane bir dede olduğuna defalarca şahit oldum. Yalnızca ailesinin fertlerine değil, toplumun bütün üyelerine, gençlerine aynı sıcaklıkla yaklaşmayı bilen çok özel bir tarafı vardı. Hiçbir mezuniyet törenini kaçırmadı.

Bensiyon Pinto’nun anılarını içeren kitabının arka kapak yazılarından birini yazarak bizi onurlandırdı. Okulun yüzüncü yıl kitabının son yirmi yılını yazarken bana verdiği desteği ömür boyu unutamam.

Her ölüm erkendir… Hele böyle yalnızca kendisi ve yakın çevresi için değil, herkes için çok büyük değeri olanlar için, ne zaman olursa olsun, daha da erkendir. Çünkü onlar; hayata katkıda bulunan sular,  değer katan nadide mücevherler gibidirler.

Şöyle bir inancım var: Cennetin en güzel köşesinde Sayın Hahambaşımız; Sami Herman ve Bensiyon Pinto ile bir arada; iyilik, güzellik ve doğrulukla yoğurulmuş en güzel sohbetleri yapmaya devam ediyorlar. Aynı dönemlere damga vurmuş olmanın, aynı zorluklara göğüs germiş ve hem ayrı ayrı hem de ortak aynı onuru paylaşmış olmanın haklı gururunu yaşıyorlar. Sayın Hahambaşımız bu defa bulunduğu yerde yine, her mezuniyet töreninde olduğu gibi yine aynı soruyu sorup aynı cevabı veriyor:

-Sizi nerde görmek istiyorum?

-Hupa’nın altında!

Onu tanımış olmak büyük onur, büyük mutluluk benim için…

Ellerinden öpüyorum…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün