Geçtiğimiz hafta Barcelona’yla yaptıkları karşılaşmadan sonra polemikleriyle ün yapan Panathinaikos Koçu Ergin Ataman hakemlere ateş püskürdü: “Bizim oynadığımız oyun basketbol, Amerikan futbolu değil.” Ataman, Barcelona’nın yaptığı yüksek sayıdaki faullerden şikayet ederken ligin yıldız oyuncularını koruması gerektiğini de ima etti.
Ataman’ın bu açıklamalarını sadece maç sonrası adrenaline bağlarsak yetersiz olur. Daha geçen haftalarda NBA’in Avrupa’da kurulacak yeni bir lig için Panathinaikos, Real Madrid ve Fenerbahçe gibi takımlarla iletişime geçtiği haberleri su yüzüne çıkmışken, başarılı koç Euroleague’in yapısında neleri değiştirmesini istediğini de bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde ortaya döktüğünü düşünüyorum. Avrupalı koçlar arasında oyunculara NBA tarzı özgürlük verme konusunda öncü olanlardan biri olarak bakış açısının, bir tık daha NBA’vari olduğunu söyleyebiliriz.
Peki Ataman isyanında ne kadar haklı? Euroleague gelişebilmek ve bir sonraki dönemde pastadan daha büyük pay alabilmek için NBA’ye yakınlaşmalı mı?
Buna kalpten vereceğim cevap ile akıldan cevap arasında fark var. Kalbim Avrupa basketbolunun tabir-i caizse çirkinliğini, oyun sınırları içindeki kavga dövüşünü ve koçların patronluğunu kaybetmek istemiyor. Ancak aklım da biliyor ki NBA deviyle az da olsa kapışabilmek için daha çok yıldızın lige çekilebilmesi, bunun için de öncelikle ekonomik güce sahip olma sonrasında da yıldızı ön plana çıkaran sistemsel bazı değişiklikler gerekiyor.
Eski usul koçların ipleri sürekli elinde tutmaya çalıştığı bireysel yaratıcılığı boğduğu bir düzenin zaten günümüzde dünyasında yeri pek yok. Euroleague’deki Amerikalı oyuncuların özellikle ilk dönemlerde nasıl zorlandığını görüyoruz böyle durumlarda. Bu da Amerika ve Avrupa arasındaki köprünün daha çok tek yönlü olmasına neden oluyor. Bazı değişimler bu yetenek akışını azıcık da dengeleyebilir.
Ancak NBA gibi bir devin çekim gücüne çok yaklaşırsanız tamamen kimliğinizi kaybedip yutulma olasılığınız da var. Bu sebeple bu değişimler yapılırken çok dikkatli olunmalı. Örneğin, saha boyutu gibi temel faktörlerle oynanmasına pek sıcak bakmıyorum ben. Genel yetenek toplamında NBA gibi atletizmi olmayan oyuncularla, açık saha oyunu oynamak çok da yakışmayacaktır Avrupa’ya.
Ayrıca taraftarın takımıyla ilişkisi Avrupa’da çok farklı tanımlanmış. Bu bağın bozulmaması çok önemli. Yunanistan, Sırbistan ve Türkiye gibi ateşli ve köklü rekabetlerin olduğu ülkelerde, sporu sadece ama sadece eğlence olarak tanımlamaya çalışmak eğreti kalır. Bu sebeple yapılacak yeniliklerin bu kültürel ve milli farklıları göz etmesi elzem olacaktır.
Her zaman söylediğimiz gibi iki kıta basketbolun arasındaki dans devam ediyor ve küreselleşen dünyada yakınlaşmanın kaçınılmaz olduğu bir gerçek. Ancak bu yapılırken iki tarafın da kendi temellerini göz ardı etmeden yapması önemli. Yoksa homojen bir basketbol dünyasıyla baş başa kalırız ve bu da aldığımız değişik tatların sayısını azaltacaktır.