Dünyadaki sınırların çoğu, aslında hiçbir zaman kalıcı olmadı.
12. yüzyılda Moğolistan, kabile tarzı feodal beyliklere bölünmüş bir haldeydi. İşte bu dönemde, genç lider Cengiz Han, kendi beyliğinin 1000 kilometrekarelik sınırlarının çok daha geniş olması gerektiğine karar verdi ve topraklarını doğuda Sarı Deniz'den batıda Tuna Nehri'ne kadar uzanacak şekilde büyüttü.
Benzer şekilde, bugün İtalya dediğimiz topraklarda, Tiber Nehri'nin kıyısında küçük bir kamp alanı vardı. Bu alan, Lucius Brutus'un kurduğu Roma Cumhuriyeti'nin ilk adımlarıydı; sonrasında dev bir imparatorluğa dönüştü.
Büyük İskender'in Makedonya İmparatorluğu ve Osman Gazi'nin küçük bir uç beyliğine dayanan Osmanlı İmparatorluğu da tarihte benzer yolculuklar yaptı.
Amerika’nın tarihine baktığımızda, topraklarını genişletmek için birçok satın alma yaptığını görüyoruz.19. yüzyılda Fransa’dan Louisiana Bölgesi’ni, İspanya’dan Florida’yı, Meksika’dan Arizona ve New Mexico’yu satın alarak sınırlarını büyüttü. Ardından Rusya’dan Alaska’yı, Danimarka’dan ise Karayipler’deki Virgin Adaları’nı topraklarına kattı.
Bugün bir ülkenin başka bir ülkeyi satın alması oldukça sıra dışı bir durum. Ancak ABD’nin Grönland’a göz dikmiş olması, tarihin modern bir yansıması gibi görünüyor.
Grönland’a ilk yerleşimciler, MÖ 2500 yıllarında yerli Eskimoların (Inuit) ataları olarak geldi. 3500 yıl sonra Vikingler, Erik The Red’in liderliğinde adaya yerleşti. Erik, bu yeni toprakları daha cazip göstermek için adanın doğasıyla ilgisiz bir şekilde buraya ‘Greenland /Yeşil Ülke’ adını verdi. Bu isim, diğer Vikingleri adaya çekme stratejisi olarak yorumlanıyor. 18. yüzyılda ise Danimarkalı misyonerler Grönland’a geldi. Inuit halkı Hristiyanlaştırıldı ve Avrupa’nın etkisi arttı.
Grönland, coğrafi açıdan İngiltere’den tam sekiz buçuk kat daha büyük bir kara parçası. Adanın yaklaşık yüzde 80’i kalıcı bir buz tabakasıyla kaplı ve buzulları, dünyanın toplam tatlı su rezervlerinin yaklaşık yüzde 10’unu barındırıyor. Adanın kuzey bölgelerinde yaz aylarında güneş haftalarca batmazken, kış aylarında ise haftalarca hiç doğmuyor.
Eskiden Danimarka’nın kolonisi olan Grönland, bugün özerk bir bölge. Danimarka, savunma ve dış ilişkiler dışında adanın yönetimine karışmıyor. Ayrıca, Grönland’ı satma yetkisi de bulunmuyor, çünkü 2009’da Grönland halkının kendi kaderini tayin hakkı güvence altına alındı.
Grönland, sadece Amerika’nın değil, Rusya ve Çin’in de radarında. Moskova, Grönland’ı Kuzey Atlantik’ten Kuzey Pasifik’e uzanan stratejik bir bağlantı noktası olarak görüyor ve Grönland-İzlanda-İngiltere-Norveç arasındaki deniz yollarında hakimiyetini artırmak istiyor. Çin ise bir yandan Grönland üzerinden Kutup İpek Yolu için planlar yapıyor, diğer yandan da adadaki nadir mineral kaynaklarının peşinde. Üstelik, küresel ısınmanın etkisiyle tarıma açılabilecek toprakların hayalini kurduğu da bir gerçek.
ABD’ye gelince, Grönland’ın Pituffik bölgesinde 1951’de kurduğu hava üssünü stratejik bir avantaj olarak kullanıyor. Bu üs, balistik füze erken uyarı sistemi ve uydu izleme faaliyetleri için kritik bir öneme sahip. Ancak ABD, Rusya’nın askeri hareketliliğinden ve Çin’in ekonomik genişlemesinden rahatsız. Grönland’a iyice yerleşerek, hem Rusya’nın Kuzey deniz yollarındaki askeri hareketlerini sınırlamayı hem de Çin’in yeni enerji teknolojilerinde kullanılan nadir minerallere erişimini engellemeyi hedefliyor.
Bu noktada, dünya kaynaklarının kontrolü için süper güçlerin yarışının son hızla devam ettiğini görüyoruz. Kendinizi batı tarzı demokrasilere daha yakın hissediyorsanız, ABD’nin Grönland üzerindeki etkisini desteklemek isteyebilirsiniz. Çünkü ABD bunu başaramazsa, Xi ve Putin’in bölgeye hızla ulaşacağı açık.
Eğer Trump, Grönland’ı Avrupa’yı ikna ederek ya da etmeyerek almayı başarırsa, büyük ihtimalle bu durum Rusya’ya cesaret verecek. Ukrayna’dan sonra Moldova’ya, hatta Estonya’ya yönelmeyi hak görebilir. Aynı zamanda ABD, Çin’in de bir nevi sus payı olarak Tayvan’ı almasına göz yumabilir. Kısacası, Grönland hamlesiyle jeopolitik dengelerde ciddi bir sarsıntı yaşanabilir.
Ancak, bundan sonra bu tür jeopolitik değişimlerin arkasında yalnızca Donald Trump’ın olduğunu düşünmek biraz safça olur. Küresel ısınma, teknolojik ilerlemeler, değişen demografik yapılar ve süper güçlerin sayısındaki artış, bu tür hamlelerin zeminini hazırlıyor. Dünya haritaları yeniden masaya yatırılmış durumda ve üzerinde yapılan ince hesaplarla geleceğin dengeleri şekilleniyor.