Bir büyüdür Afrika

Dalia MAYA Köşe Yazısı Sesli Dinle
22 Ocak 2025 Çarşamba

Afrika bir büyü… Geçtiğimiz hafta Aylak Gezi Kulübü ile yaptığımız Vudu festivali seyahati nedeniyle demiyorum sadece ama Afrika bütününde bir büyü.

Her köşesi ayrı bir büyü.

Bir gidiyorsun, gezmeye başlıyorsun. Yavaş yavaş içine çekiyor Afrika seni. Sen Afrika’dan gidiyorsun, Afrika senden gitmiyor.

Renkleri, sesleri, bakışları, yavaşlığı akıyor sana doğru. Önce yadırgıyorsun. Tozu toprağına karışmış, artık boşalmaya başlamış pazar yerinde geride kalmış çöpler…  Evlerin avlularında tozlu leğenler, bir yere yığılmış dolu kömür torbaları… Arada bir torbada Louis Vuitton logosu… Bir tarafta üst üste yığılmış tekerlekler. Her yer kırmızı toz kaplı. Belki suyun daha az ulaşılabilir olmasından dolayı böyle, belki uyuşturucu nemden, sıcaktan. Her gölgelik köşede birisi, uzanmış yere, uyukluyor. Belki pis diyebilirsin ama bir de dönüp bakıyorsun pazar yerinde bir kadın içi su dolu leğeninin başına çömelmiş satmak üzere topladığı havuçları fırçalıyor tek tek. Her bir havuç (zaten ufacıklar -10 santim var yok) pırıl pırıl parlıyor güneşin altında. Üzerlerinde ne bir toprak parçası ne bir kum tanesi… Senin sabah giydiğin kıyafet -üstelik yolun büyük kısmını arabada yapmışsın- bir kırmızı toz bulutuna dalmış gibi, toprak sinmiş üzerine… Ama -hele günlerden pazarsa, kiliseye gidilmişse- onun üzerindeki beyaz kar beyaz, en ufak bir toz tanesi yok üzerinde. Kendileri ne kadar kara ise beyaz kıyafetleri o kadar beyaz. Ayağında stilettoları dolanıyor tüm seksapeli ile. Üç-dört yaşındaki kız çocukları bile kollarında minik çantaları, ayaklarında küçük topuklu stilettoları toprak yolda salınıyorlar büyümüş de küçülmüş hanımlar gibi. Hani biz çocukken özenir de dudaklarımıza taşıra taşıra ruj sürer, farları göz kapaklarımıza boca eder, annelerimizin de topuklularını giyer dolanırdık ya evde... Öyle bir halleri var küçük kızların. Oysa makyajlar taşmamış, ayakkabıları da zaten kendilerinin. Annelerinden yürütme olup da ayaklarına büyük gelmiyor. Yine de birkaç numara büyük gelmiş gibi yürüyorlar…  Hala çocuklar mı yoksa büyümüşler mi? Belli değil, çocukluk yetişkinlikle birbirine girmiş gibi. Tıpkı öğretiler gibi. Kilise ve vudu tapınağı birbirine girmiş, birbirini tamamlamış. Sabah kiliseye giden oradan çıkıp vudu mabedinde tamamlayabiliyor günü. Zaten kilisenin ritüelleri de freskleri de Afrikalı ögelerle zenginleşmiş, dönüşmüş. İkisi yeni bir bütüne evrilmiş.

Ama biz renkler diyorduk. Beyaz diyorduk. Beyaz o kadar parlak ki tepemizdeki güneş kadar göz alıyor. Bakıyorsunuz bir tabut atölyesinde* bir kadın çömelmiş leğenine beyazları çitiliyor. Bunun sırrı ne diyorsunuz. Bir minik paket beyazlatıcı gösteriyor. Bakıyorsunuz sokakta herkesin elinde bu beyazlatıcı paket.

Beyaz giymiyorlarsa rengarenk giyiniyorlar… Turuncunun en parlak tonları öne çıkıyorsa da yeşiller, morlar, maviler, kırmızılar her renk var. Desen desen… Bütün köyün bakır kırmızısı sokakları arasında her an, her biri bir fotoğraf karesi. 

Köylerinin, şehirlerinin renkleri akıyor gözlerinizden içinize. Bir de onların gözlerinden bakışları akıyor yüreğinize. Kapkara gözlerinden sıklıkla ışık akıyor sizinle konuştuklarında. Sanki bir ömür güneşin sıcağını, ışığını emmişler de sizin nispeten soğuk, illa ki şaşkın ama içinizin gerçeğini sakladığınız hapishane duvarlarınızı eritircesine coşkuyla bakıyorlar. Siz şaşkın ama onlar da sizinle iletişime girmekten mutlu.  Uyumlanıp karışacak mısınız aralarına?

Derken sesleri akıyor bu sefer kulaklarınızdan. Bir başladı mı tamtamın büyüsü… Sadece kulaklarınızdan değil tüm bedeninizden akıyor. İçinize, ruhunuza akıyor… Yavaş yavaş siz de akıyorsunuz tamtamın büyüsüne… Bedeninizdeki hücreler başlıyor ufaktan tamtamla titreşmeye… İzin verirseniz, gerçekten izin verirseniz siz de başlıyorsunuz onlarla birlikte tamtamın büyüsünde dans etmeye. Dans etmeye diyorum. Daha doğru bir kelime bulamıyorum. Çünkü onlar için bu bir dans değil.  Siz de dans ettiğinizi düşünmekten vaz geçerseniz eğer, düşünmekten vaz geçip de tamtamın vuruşunda birleştiğinizde… Bedeniniz hareketleniyor. Kendi ritminiz onların ritmine uyarlanıyor. Arada göz göze geliyorsunuz, gösteriyorlar “böyle yaparsan daha da iyi uyumlanabileceksin”. Düşünce yok oluyor, sınırlar kalkıyor. Büyü içinize işliyor…

MERAKLISINA NOT:

  • Burada yereller öldüklerinde yaşarken kendilerine yakın hissettikleri canlı ya da cansız varlıkla bir bütün olarak gömülmek istiyorlar. Çünkü zaten anladığım kadarıyla kendilerini yakın hissettikleri ya da ruhlarına dokunan her şey kendi uzantıları. Onlar bu şeylerden ayrı hissetmiyorlar kendilerini. Tabut atölyelerinde kişilerin ölmeden önce belirttiklerine göre tabutlar imal ediliyor: Bir ananas tabutunda gömüleceğiniz gibi, bir bira şişesi, bir kırmızı biber, ya da dolar destesi olarak da gömülebilirsiniz. 
  • Yerellerin düşünme sistemlerini bir parçacık daha iyi anlayabilmek isterseniz Lucien Levy-Bruhl’un İlkel İnsanda Ruh Anlayışı kitabını öneririm. Doğu Batı Yayınları, Çev. Oğuz Adanır

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün