Yukarıdaki soruya özgürlük yanıtını verdinizse, ne kadar safmışsınız derim! Evet, özgürlük hoş bir düş, fakat ne pahasına! Daha bundan üç-dört yıl önce, Covid korkusundan özgürlüklerimizden feragat etmedik mi? Aramızda hâlâ maskeyle dolaşanlar var. Tabii maske takmak benim özgürlüğümdür diyorsanız o başka…
Dünya tarihi özgürlükleri uğruna canlarından olan idealist kahramanların hikâyeleriyle doludur. Çoğu da gençtir onların; zira idealizm bulaşıcı bir gençlik hastalığıdır, acil önlem alınması gerekir! Jeanne D’Arc diri diri yakıldığında henüz yirmi yaşında bile değildi. Rosa Luxembourg’un kafası bir askerin dipçik darbeleriyle parçalandığında 48 yaşındaydı. Özgürlük uğruna elektrikli sandalyede can verdiklerinde anarşistler Sacco 36, Vanzetti 38 yaşındaydı. Deniz Gezmiş asılarak idam edildiğinde 25’ine üç ay önce basmıştı. Mel Gibson’un üne kavuşturduğu İskoçların kahraman figürü William Wallace işkenceyle öldürüldüğünde kaç yaşındaydı bilinmiyor, ama pek yaşlı olduğunu sanmıyorum. İnanç özgürlüğü uğruna çarmıha gerilen Hazreti İsa’nın ise 40 yaşını göremediği bilinir. Örnekleri çoğaltabilirim…
11 Eylül’den bu yana yirmi dört yıl geçti. New York’taki ikiz kulelere yapılan saldırı sonrasında, dünya bir daha asla eskisi gibi olmayacak demişti birileri, haklı çıktılar. Yolculuk özgürlüğümüz kısıtlandı. Havalimanlarındaki uzun güvenlik kuyruklarında beklemek zorundayız artık. Sularımıza, meşrubatlarımıza el konuluyor, botlarımız, çizmelerimiz çıkartılıyor, görevlilerin hoyratça üst aramalarına maruz bırakılıyoruz… Fakat gıkımız çıkmıyor, çünkü güvenlik kaygımız önde geliyor.
Havalimanları bir yana, alışveriş merkezlerine, tiyatro ve konserlere girerken bile güvenlik görevlisinin insafına kalıyoruz. Çantalarımızda ne var, ne yok hepsinin röntgenini çektiği gibi, dilerse boynumuzdaki kolyeyi bile çıkarttırabiliyor. Tabii bunların hepsine kişisel güvenliğimiz için katlanıyoruz. Bir anlamda özelimizi koruma özgürlüğümüzden fedakârlık ediyoruz. Canımız sağ olsun, alıştık!
Fransa’da yaşayan karikatürcü meslektaşlarımın pek çoğu, Charlie Hebdo saldırısının ardından güvenlik elemanları refakatinde dolaşıyorlar. Dünyaca ünlü çizer Plantu, umumî helada ihtiyacını gidermek istediğinde, önden korumasını göndermek zorunda. Üstelik koruması kadın olduğundan, erkekler bölümüne giremiyor, mecburen kabinlerin tamamen boşalmasını bekledikten sonra kadınlar bölümüne alınıyor. Plantu çişini kadınlar tuvaletinde yapmaktan hoşnut mudur sizce? Fırçasını, kalemini ifade özgürlüğü adına konuşturan, bu uğurda zorlu mücadeleler veren bir sanatçının, güvenlik adına tuvalete özgürce girme hakkı bile elinden alınmış!
Birkaç yıl önce karikatürlerimden birini e-posta ekinde bir dostuma göndermek istemiştim. Mail bir türlü gitmiyordu. Onca uğraş vermeme, çeşitli yöntemler denememe karşın mesaj giden posta kutusuna adeta yapışmış kalmıştı! Sonunda teknolojik konularda yetkin olan oğluma danıştım. Cem e-postayı görür görmez, “Baba, sen ne yaptın!” diye haykırdı. Meğer e-postanın konusu bölümüne, karikatürün adını yazmışım. Karikatürün adı ‘Bomba’ olunca, mesaj otomatik güvenlik duvarını aşamıyor, bir türlü hedefine gitmiyordu. Bomba sözcüğünü ‘Bombiş’ olarak değiştirir değiştirmez e-postam yola çıktı…
Telefonlarımız dinleniyor, e-postalarımız okunuyor, güvenlik uğruna haberleşme özgürlüğümüzden ödünler veriyoruz. Ayrıca, birçok e-posta sunucusu güvenli değilmiş, yani e-posta mesajlarımız kolayca ele geçirilebilir ve okunabilirmiş. Bu durum en çok Gmail, Yahoo, Hotmail gibi e-posta sunucuları için geçerliymiş. Üstelik e-posta sağlayıcılarının amaçlarından biri, siyasal eğilimlerimizi belirlerken nokta atışı reklamlar sunmakmış. Yani bunun için e-postalarımıza erişiyorlarmış. Fakat dedim ya, razıyız…
Dikkat ettim, bu yılbaşında aldığım kutlama mesajlarının büyük çoğunluğunda barış ve huzur dilekleri öne çıkıyordu. Pandemi döneminin şampiyonuysa sağlıktı! Bereket ve bol kazanç dilekleri üçüncü sırayı paylaşıyordu hep. Merak ediyorum, “Yeni yılda gani gani özgürlük diliyorum!” tarzında bir kutlama mesajı aldığınız oldu mu hiç? Muhtemelen olmamıştır, çünkü böyle bir sorunumuz yoktur. Varsa yoksa güvenlik!
Çocukluğumda beni en fazla etkileyen filmlerden biri Yedi Silahşörler idi. O zamanlar bu filmin bir Akira Kurosawa uyarlaması olduğunu bilmiyordum tabii. Filmde parayla tutulan bir takım silahşörler (gerçekte Amerikalı kanun dışı haydutlar) bir yoksul Meksika köyünü azılı bir çeteden korumaya çalışıyordu. Esas amaçları bedavadan yiyip içmek, fakir köylüleri sömürmek ve hoş köylü kızlarıyla eğlenmek olan bu kanun dışı silahşörler, zamanla Meksikalılarla empati kurarak kahramanlaşıyordu. Aslında verilen mesaj netti, Amerikalılar, haydut bile olsalar, yabancı bir ülkede masum insanların güvenliğini sağlamak için canları pahasına savaşır! Tanıdık geldi mi?
ABD’nin azimli Başkanı Trump’ın yemin törenini izlemişsinizdir. Ekip harikaydı! Bütün teknoloji milyarderleri çevresindeydi. Trump için muhteşem bir güvenlik duvarı oluşturuyorlardı. Artık kimse onların önünde duramaz, her şey teknolojik olarak kontrolleri altında, muazzam bir özgüven içindeler. Hatta kendilerini o denli güvende hissediyor olmalılar ki, Elon Musk hiç çekinmeden Nazi selamını bile verdi!
Peki ama bizim özgürlüklerimiz ne olacak? Cevap veriyorum: Önce güvenlik! Fakat asıl soru şu: Gerçekten güvende miyiz, hele ki Kartalkaya’da yaşananları gördükten sonra?