Hayatın bazı dönemlerinde, ne tam anlamıyla mutsuz ne de tamamen mutlu hissederiz. Motivasyonun yavaş yavaş buharlaştığı, gündelik hayatın monotonluğa teslim olduğu bir durum vardır: Languishing. Türkçeye tam olarak çevrilemeyen bu kavram, ‘durgunluk’ ya da ‘ruhsal duraksama’ olarak tanımlanabilir.
Ülkece art arda yaşadığımız felaketler, sorumluluklarını yerine getirmeyen kurumlar yüzünden bu çerçevenin büyüyor olması, hepimizde yaşanılan acıları özümsemenin sonrasında bizi içten içe kemiren berbat bir ruh hali bırakıyor.
Hobilerimize karşı ilgimiz azalıyor, sürekli yorgun hissediyoruz. Psikolojimiz ne arkadaşlarımızla buluşmaya ne de bir kitap okumaya müsaade ediyor. Yaşama karşı sonsuz bir hevessizlik tüm bünyemizi ele geçiriyor.
Hayatımızı bir bekleme salonunda geçiriyormuş gibi yaşamak, bu askıda kalmışlık hissi, depresyon kadar keskin olmasa da biz fani bireylere durup durup hayatı sorgulattığı bir gerçek.
Bu noktada hedeflerimizin, değerlerimizin ne kadarını yansıttığını analiz edebilmek ve kendimizle yaşanacak bir zihinsel hesaplaşma, ruhumuzu çürümekten kurtaracak olan sürecin ilk adımı olabilir.
Yepyeni bir hobi, bir sosyal sorumluluk projesi, yoga- meditasyon gibi küçük şeyler ya da belki de şehir- ülke değiştirmek kim bilir? Bizi yavaşça sürüklendiğimiz bu tükenişten kurtarabilecek tek bir şey var aslında: Hayatımıza yeniden yön vermek.
Doom Spender: Kıyamet Harcaması
Bu sene sözlüklere yeni giren bir kavram var: Doom spender. İktisat uzmanı Mahfi Eğilmez’in de X platformunda paylaştığı nottaki gibi: “Son dönemde ‘doom spender’ deyimi çok kullanılır oldu. Geleceğe ilişkin umudu olmayan, tasarruf ederse bir işe yaramayacağını düşünen, o nedenle eline geçen bütün parayı tüketime harcayan insanları tanımlıyor.”
Türkçeye ise kıyamet harcaması olarak geçmiş. Dünyada pandemi, iklim krizi, ekonomik dalgalanmalar gibi sorunlar birbiriyle yarışırken, birçoğumuz bu karmaşanın ortasında hayatı daha katlanabilir hale getirecek bir teselli arıyoruz. Ve bu teselli, maalesef, bazen yeni bir çift ayakkabı, son model bir telefon ya da hiç ihtiyaç duymadığımız lüks ürünlere yönelmek olabiliyor.
Doom spender olgusunun arkasında, hem psikolojik hem de sosyolojik faktörler var. Öncelikle, gelecekle ilgili belirsizlik ve kaygı, insanları anı yaşamaya teşvik ediyor. “Zaten dünya kötüye gidiyor, neden keyif almayayım?” düşüncesiyle, bireyler daha fazla harcama yapmaya başlıyor. Sosyal medyanın sürekli tüketimi teşvik eden yapısı da bu eğilimi körüklüyor. Başkalarının ‘mükemmel’ yaşamlarına şahit oldukça, biz de bu hayat standardını yakalamak için gereksiz harcamalara yöneliyoruz.
Her alışverişten önce, “Bu ürünü gerçekten ihtiyaç duyduğum için mi alıyorum, yoksa bir duygumu bastırmaya mı çalışıyorum?” diye kendinize sormak, bütçe planlaması yapmak ve uzun vadeli finansal hedefler belirlemek harcamalarımızı dengeleyebilir.
Belki de en önemlisi, tüketimden bağımsız tatmin yolları bulmaktır. Çünkü kalıcı mutluluğun kaynağı, sahip olduklarımız değil, deneyimlediklerimizdir.
Gerçek potansiyelinizi ortaya çıkaracak sevgi dolu bir aşk: MIchelangelo etkisi
Hayatta kimi zaman birinin varlığı, potansiyelimizi ortaya çıkarmamızda en büyük ilham kaynağı olabilir. Bu kişi, sizi olduğunuz gibi kabul ederken, aynı zamanda olabileceğiniz en iyi halinize ulaşmanız için size destek olur. İşte bu ilişki dinamiği, psikolojide ‘Michelangelo Etkisi’ olarak bilinir.
Michelangelo Etkisi’nin temelinde, ünlü heykeltıraş Michelangelo’nun yaratıcı sürecine dair felsefesi yatar. Michelangelo, bir mermer bloğuna baktığında, onun içinde saklı olan heykeli gördüğünü ve sadece fazlalıkları yontarak bu güzelliği açığa çıkardığını söylerdi.
Bu etki, özellikle sağlıklı romantik ilişkilerde belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Partnerler, birbirlerinin uzun vadeli hedeflerini ve değerlerini desteklediklerinde, her iki taraf da gelişir. Bir tür ‘karşılıklı yontma’ süreci diyebiliriz. Her iki taraf da, birbirlerinin en iyi versiyonlarına ulaşmalarına yardım eder.
Sevdiğiniz insanlara, onların içindeki güzelliği ve gücü görerek yaklaşmak, hem onlara hem de kendinize yapabileceğiniz en büyük iyiliklerden biridir. Çünkü nihayetinde, herkes kendi potansiyelini açığa çıkaracak bir Michelangelo’ya ihtiyaç duyar.
Sonuç olarak, hayatınızdaki insanları düşünün: Kimler sizi yontuyor, kimler fazlalıklarınızı görüp gerçek güzelliğinizi ortaya çıkarıyor? Ve en önemlisi, siz kimler için bir Michelangelo’sunuz? Sevgi ve anlayışla şekillenen insanın hikâyesi, sadece heykeltıraşın değil, hepimizin elinde bir sanat eserine dönüşebilir.