Ucuz ölümler ülkesi

Mois GABAY Köşe Yazısı
5 Şubat 2025 Çarşamba

Tolstoy’a göre, insan ıstırabının en zalim şekillerinden biri, her gün aynı manzarayla karşılaşmaktır. Aynı yüzler, aynı sözler, aynı düşünceler ve hep anlamsız, boş sohbetler… Konuşanlar, bunun olması gerektiği gibi olduğuna tamamen inanır ve yaşamlarını bu şekilde, ölüm gelene kadar sürdürürler. Ama sen, bunu ne kabul edebilir ne de buna uyum sağlayabilirsin. İşte cehennem dediğin tam da budur!

6 Şubat depremlerinin yaraları zihinlerimizde taptaze ve acı ile yer etmişken, şüphesiz 21 Ocak’taki elim yangın faciası hepimize yine ve yeniden ihmaller ve umursamazlıklar silsilesinin, liyakatsizliğin sonuçlarının ne denli ağır ve bizlerin ucuz ölümlerin tam ortasında yaşadığımızı hatırlattı.

Yaşananların ara tatil dönemine denk gelmesi, yas sonrasında herşeye rağmen belki de aylar evvel programlanmış farklı tatillerine birçok insanın gitmesine ancak her ortak muhabbette aynı cümlelerin, konuşmaların havasıyla buruk bir tatil dönemi yaşanmasıyla kendini hissettirdi.

Ben de ara tatilde işim vesilesi ile önce Atina, ardından da Finlandiya-Lapland rotalarındaydım. Atina’nın hem yakın hem de Avrupa’nın görece yeme içme fiyatlarının bizlere gittikçe yaklaşması, mekanlardaki servis kalitesi bu tatilde de Atina’yı Türk misafirlerle dolup taşırmıştı. Her bir köşede bir tanıdık misafir ya da aileyle karşılaştım. Yüzlerde gülümseme olsa da her masada konu dönüp dolaşıp Bolu Kartalkaya yangınına gelmekteydi.

Keza, Lapland turumda da birçok doğa aktivitesinde alınan üst düzey güvenlik tedbirleri, insanların dikkati ve ciddiyeti, ülkem adına bizleri düşünmeye tetiklemişti.

Her daim gündemimizin bir hafta bile aynı kalamadığı inanılması güç bir dönemden geçiyoruz. Tatilin son günlerinde üsteğmen olmadan, ordudan ihraç kararı alınan teğmenler; Ebru Eroğlu, Batuhan Gazi Kılıç, Deniz Demirtaş, Talip İzzet Akarsu ve Serhat Gündar adına sosyal medyadaki ‘Gurur Duyuyoruz!’ afişini etrafımızda neredeyse herkesin paylaştığını görmek umut verici olsa da bir o kadar düşündürücüydü. Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri olmak ve gerektiğinde sembolik olarak kılıç çekmek bir disiplin suçu mu gerçekten? Sosyal medyadan verilen tepkiler ve afişler, bizim dışımızdaki gerçekliğin yüzde kaçını temsil ediyordu?

Yoksa birçok seçim döneminde olduğu gibi, ülkenin gerçekleri ile sosyal medya arasında bir uçurum mu vardı?

Normalde yer yerinden oynaması gereken bir durumda hızlıca kendi normallerimize dönebilmemiz, hayatın akışına devam edebilmesi bana Hannah Arendt’in ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ adlı kitabındaki düşünceleri hatırlatmakta. Zira, insanlar hiçbir zaman kötülüklerin parçası olduklarını kabul etmek istemez. Genel gidişatı sorgulama tavrı gösterememe düşüncesizliği, korku hepimizi kötülüklere ortak etmekte.

Sosyal medyada birkaç gün sessizleşip sonrasında mecburen mesleki paylaşımlar yapanlara saldırmayı bekleyenler, kaybedilen canların arkasından ‘Ama’ ile başlayan cümleler kurabilmeye yeltenenler, Bolu Kartalkaya'daki Grand Kartal Otel'de çıkan yangında hayatını kaybedenlerin ailelerinin telefonla aranarak alay içerikli ifadeler kullanıldığı iddiası gittikçe büyüyen ve sıradanlaşan kötülüğün birkaç örneği sadece…

Bütün bu karanlık tabloda ülkemizi tüm akademik alanlarda gururla temsil eden gençlerimizi görmek tek umut olsa gerek. Her türlü kötülüğe rağmen, bilimin ışığında yarınlarımızı yaratacak öğrencilerimize sağlıklı ve başarılı bir bahar dönemi dileğiyle…

Etiketler:

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün