Başkan Trump’ın görevi devralmasının üzerinden henüz bir ay bile geçmemiş olmasına rağmen, uluslararası siyasete getirdiği dinamizm dikkate değer. “Trump Tüm Dünyaya Karşı!” mealinden bir yaklaşımla durumu değerlendirecek olursak, taraflar (Trump ve Dünya) ilk raunda temkinli çıktılar, birbirlerinin gücünü, ciddiyetini sınıyorlar.
İlk sınavı Meksika ile Kanada verdi. ABD’nin bu ülkelerden satın aldığı ürün ve hizmetleri vergilendirme konusu parladı ve söner gibi oldu. Bu Kanada ile Meksika’nın başarısı mıydı? Yoksa Başbakan Netanyahu’nun Beyaz Saray ziyareti öncesi Başkan’ın, iyi hazırlanıp dünyayı şaşırtmak/ayağa kaldırmak için kendisine tanıdığı bir enerji depolama molası mıydı? Her durumda, Kanada özelinde rahatça belirtebilirim ki, daha önce hiçbir konuda mutabakat sağlayamayan çevreleri ortak bir paydada birleştirmeyi başardı Trump. Gerisi gelir mi, ya da nasıl gelir? Kanada ile Meksika’nın gücü yeter mi ya da ABD siyasetinde ne kadar önce çıkmaya aday olurlar? Bunu zaman gösterecek. Rusya ve Çin başlıkları henüz ciddi bir şekilde aralanmadı. İşin esası, Washington’un esas derdi ne Kuzey Amerika ülkeleri arasındaki ticaret savaşları, ne de Grönland meselesi olacak gibi duruyor.
Beyaz Saray’ın yeni dönemdeki ana dosyalarından biri hiç şüphesiz Ortadoğu, “Gazze ve Hamas” ile Gazzeliler. Dosya açıldı ve geçtiğimiz hafta bomba patladı. Başkan’ın Gazze’yi halkından arındırma ve orayı yeniden imar planı gerçekçi mi? Ya da ne kadar gerçekçi? Bu planla, Gazze halkı zorunlu ve sorunlu bir göçe mi zorlanıyor, ya da 7 Ekim’den bu yana yaşananlar göz önüne alındığında, bu atılması gereken pragmatik bir adım mı?
Kamuoyu, dışarı baktığı pencerenin gördüğü manzaraya göre bunu değerlendirecektir. Ancak ele geçen bulgulara göre, durum Gazze halkı için pek iç açıcı görünmüyor. Hamas’ın yaklaşık yirmi yıllık iktidarı süresince kendisine şöyle veya böyle muhalefet edenlerin tamamını ortadan kaldırdığı veya en hafifinden sindirdiği biliniyor.
Hamas’ın UNWRA ve Kızıl Haç dahil olmak üzere, tarafsız kalması gereken, görevleri bölge halkına insani yardım sağlamak olan kurumları ipotek altına aldığı biliniyor.
Hamas’ın sivil halkın ikamet ettiği mahalleleri kalkan gibi kullandığı, eğitim, sağlık kurumları ile ibadethaneleri silah deposu haline getirdiği, militanlarını buralardan girişi olan tünel ve yer altı birimlerinde yetiştirdiği biliniyor.
Vahşet günü zorla kaçırdığı ve alıkoyduğu rehinelerin bazılarını sivillere ait evlerde tuttuğu ve hizmet işlerinde çalıştırdığı da biliniyor.
Trump’ın ortaya attığı Gazze’yi boşaltma ve orada yaşayan Filistinli Arapları, başta Mısır ve Ürdün olmak üzere diğer bölge ülkelerine yerleştirme fikrine bu yönden bakacak olursak, bölgenin toksik fikirlerden ve komşunun imhasına dayanan kin milliyetçiliğinden arındırılması gerektiği, bunun için formüllerin geliştirilmesi gerektiği yadsınamaz bir gerçek.
Sonuca giden yolda ilk durak İbrahim Anlaşmasına imza atmış Arap ülkeleri ile Suudi Arabistan. Körfez ülkelerinin ve Mısır ile Ürdün’ün desteği olmadan bir adım ileri gitmenin mümkün olmayacağı açık. Başkan Trump’ın bundan sonraki adımlarını bu yönde atacağını ve Avrupa Birliğinin desteğini de arayacağını öngörmek gerekir, diye düşünüyorum.
Burada söz uzlaşıya ve sağduyuya gelmeli. Ne yazık ki ne Batı Şeria’da ne de Gazze’de yapıcı ve gerçekçi bir siyaset yürütecek kadrolar var. Mahmud Abbas, bilinen kötüler içinde en iyisi olduğu için halen Ramallah’ta, kendisine rağmen ayakta.
Gazze’yi, kendisine cömertçe sağlanan milyarlarca doları, halkının gelecekteki refahı yerine teröre gömen idarecilerin insafına bırakmak vicdana sığmaz. Ne İsmail Haniye ne de Yahya Sinwar Gazze halkını refaha çıkartacak kahramanlardı. Onlar yarınlarını terörde gören idarecilerdi… Gazze’nin geleceğinde rol alacak nitelikli insanları, Hamas’ın yok ettikleri arasında aramak iyi bir fikir olmaz mı?
Ne yazık ki, Filistin’in refaha yolculuğunda, bu ne şekilde olacaksa olsun, ne ABD, ne Arap ülkeleri ne İsrail masada Türkiye’ye yer verecek. Oysa, yakın bir geçmişe kadar, her tarafla sağlıklı diyalog kurabilen bölgenin akil adamıydı Ankara. Taraflar sorunlarını Doha’da ya da Kahire’de değil, Ankara’da çözmenin daha doğru olacağını biliyor, güveniyorlardı. ABD ve Avrupa’nın partneri, NATO üyesi kimliği ve İslam aleminin adı demokrasi ile anılan ülkesinin, doğu ile batıyı yakınlaştıran katalizör rolünü yitirmiş olması başta Filistinliler olmak üzere, herkes için bir kayıp.