Çalışmak için yaşamayı reddediyorum

Zehra ÇENGİL Köşe Yazısı
12 Şubat 2025 Çarşamba

Günümüz dünyasında pek çok insan sabah kalkıyor, işe gidiyor, akşam yorgun argın dönüyor ve ertesi gün bu döngüye tekrar başlıyor. Peki, tüm hayatımızı sadece çalışmak için mi harcamalıyız? Çalışmak elbette önemli, hayatımızı idame ettirmek için bir gereklilik. Ama bu gereklilik, yaşamanın kendisini unutturuyorsa, işte orada bir hata yapıyoruz demektir.

Çalışmak için yaşamak, hayatı kaçırmak demektir. Oysa yaşamak için çalıştığımızda, hayatın sunduğu güzelliklere de zaman ayırabiliriz. Tatlar, kokular, yeni şehirler, dostlarla geçirilen anlar, kitaplarda kaybolan saatler… Bunlar da hayatın önemli parçaları. Birikimlerimizi sadece daha büyük evler, daha lüks arabalar için harcamak yerine, bizi gerçekten zenginleştirecek şeyler için kullanmalıyız: Seyahat etmek, öğrenmek, keşfetmek.

Seyahat etmek, insanın kendini geliştirmesi için en büyük fırsatlardan biridir. Yeni kültürler görmek, farklı insanlarla tanışmak, başka mutfakların lezzetlerini tatmak… Bunlar insana dünyayı daha geniş bir perspektiften görmeyi öğretir. Sadece çalışarak kazanılan bir servet, gezip görülen bir dünyadan daha değerli olabilir mi? Bence hayır.

Elbette kitaplar da öğrenmenin en büyük kapılarından biridir. Ancak kitap okumak, dünyayı görmekle birleştiğinde gerçek anlamını kazanır. Okuduklarımızı, yaşadıklarımızla birleştirdiğimizde, sadece bilgili değil, aynı zamanda bilge de olabiliriz.

Kendi adıma severek çalıştığım bir işim var, erkenden kalkmak, günün iki saatini yolda geçirmek o sebepten bana zor gelmiyor. Ayrıca vizyoner bir yönetici ile çalışmak da benim için büyük bir şans. Çünkü hem mevcut işim konusunda yeni bilgileri heybeme katmama yardım ediyor hem de popüler tabiriyle ‘kendimin en iyi versiyonuna ulaşmam’ için diğer yeteneklerim konusunda da beni kendimi geliştirmeye teşvik ediyor.

Kendimize yapacağımız en büyük iyilik, hayatın tadını çıkarmaktır. Sadece iş ve sorumluluklarla değil, gezerek, öğrenerek, deneyimleyerek… Çünkü günün sonunda hatırlayacağımız şey, kaç saat fazla mesai yaptığımız değil, nereleri gördüğümüz, kimlerle güldüğümüz ve nasıl hissettiğimiz olacak. Öyleyse, yaşamak için çalışalım; çalışmak için yaşamayalım.

Ağaçlar da Cesarete İhtiyaç Duyar

Bahar kapıda. Doğa uyanmaya hazırlanıyor ama bazen bir şeyler eksik gibi hissediyoruz, değil mi? Belki de sadece bizim değil, ağaçların da cesarete ihtiyacı var. Eski zamanlardan beri insanlar, doğanın ritmine uyum sağlamak için ona seslenmiş, onu harekete geçirmek için ritüeller yapmış. Bugün belki pek çoğumuz bu geleneklerden habersiziz ama atalarımız ağaçları bahara cesaretlendirmek için özel törenler düzenlerdi.

Özellikle meyve ağaçları için yapılan bu ritüeller, “haydi artık uyan” demenin bir yoluydu. Avrupa’da bazı köylerde yaşlı çiftçiler, ellerindeki sopalarla meyve ağaçlarının gövdelerine hafifçe vurarak onları uyandırırdı. Anadolu’da ise ceviz ağaçlarına vurulup, dualar edilirdi. Kimi yerlerde dallara kurdeleler bağlanır, şarkılar söylenirdi. İşin ilginç yanı, bilim de bu eski inanışları destekler gibi. Araştırmalar, ağaçlara yapılan fiziksel uyarıların gerçekten de büyümeyi teşvik edebileceğini söylüyor.

Ama burada asıl mesele, doğayla olan bağımız. Eskiden insanlar ağaçlarla, toprakla konuşurdu. Şimdi ise onlara kesilen ormanlar, inşaat artıkları bırakıyoruz. Baharın gelişi bizde heyecan uyandırıyor ama bir yandan da betonun arasında sıkışmış ağaçlar için bir bahar kalıyor mu?

Belki de bu bahar, bir ağacın yanına gidip ona cesaret vermek gerek. Toprağına bir avuç su dökmek, ona bir selam vermek… Kim bilir, belki de biz de biraz cesaret kazanırız.

“La Isla de las Tentaciones”

Kurguysa kötü, gerçekse daha kötü!

İspanya’da büyük ilgi gören La Isla de las Tentaciones, çiftleri sadakat testine tabi tutan bir reality show. Programın formatı, romantik ilişkileri sınayan ve izleyiciyi duygusal dramaya sürükleyen bir yapıya dayanıyor.

Öncelikle, programın en büyük eleştirisi, insan ilişkilerini manipüle ederek reyting malzemesi haline getirmesi. Çiftlerin güven ve sadakat gibi temel unsurları sınanırken, dışarıdan gelen “baştan çıkarıcı” yarışmacılar bilinçli olarak duygusal gerilim yaratmak için seçiliyor. Bu durum, gerçek hayatta yaşandığında travmatik olabilecek olayların söz gelimi eğlenceye dönüştürülmesine neden oluyor. Program, sadakat kavramını neredeyse bir oyun olarak sunarak ilişkilerde aldatmayı normalleştirme riski taşıyor.

Diğer bir sorun ise, reality şovların genellikle kurgusal yönünün ağır basması. Katılımcıların belirli bir senaryoya uyması, doğal insan davranışlarını yansıtmaktan çok, izleyiciyi ekran başına kilitleyecek skandal yaratma çabasına dönüşüyor. Gerçek hayatın çok daha karmaşık ve derin duygulara dayalı olduğu gerçeği göz ardı ediliyor.

Kadın ve erkek rollerinin klişeleştirilmesi, aşkın bir yarış gibi sunulması ve ilişkilerin reyting uğruna harcanabilir olması, ilişkiler üzerine olumsuz bir bakış açısı kazandırabiliyor.

Sonuç olarak, La Isla de las Tentaciones, duygusal kaosu ve ihanetin getirdiği dramı izleyiciye sunarak popülerleşmiş bir format. Ancak bu tür programların, toplumsal değerler ve bireysel ilişkiler üzerindeki etkilerini sorgulamak önemli. Eğlence adı altında insan ilişkilerini istismar etmek, gerçek duyguların gölgede kalmasına neden olabilir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün