Herkesin dolandırıcısı

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
12 Şubat 2025 Çarşamba

Aldatmaca insan türünün ürettiği ahlak içinde bağışlanmaz davranışlardan birisidir. Beraber yaşadığımız insanlar arasındaki karşılıklı güven duygusu toplumu bir arada tutarken, aldatmaca bu bir aradalığı bozar. Kimsenin kimseye güveni kalmaz. Bebeklikten başlayarak güvenecek insanlarla beraberlik arayışı içindeki insanın hayal kırıklıklarının başında ‘güvendiği dağlara yağan kar’ gelir. Rekabet ve çatışmalarda bir üstünlük sağlama aracı olan aldatmacayı yasalarla cezalandırırken, olimpiyat ruhu ve benzeri ‘fair play’ aktiviteleri ile denetimli kılmışızdır.

Toplumsal hayata geçişle beraber ‘denetim altına’ alınan aldatmacayı bir bakıma hepimizde bulunan bir dürtü gibi görebiliriz.  Bu nedenle hepimiz birbirimizi kollamak zorunda kalmadığımız bir güven ortamının hayalini kurar, bu hayale yaklaşmanın yollarını ararız. Hepimiz derken, hepimiz dolandırıcıyız demesem de, o potansiyeli çoğumuz bir anlığına bile olsa taşır, diyebilirim. Üstelik her kültüre genellenebilir bir ahlak olup olmadığı ciddi bir tartışma konusuyken, aldatmacayı bir ‘kötülük’ diye tanımlamaktan ziyade kültür kodlarıyla savuşturmaya çalıştığımız bir durum demek de düşünülebilir. Bu konuya girmeme sebep olan hikâyeyi anlatıp bu konuyu bitireyim:

Sülün Osman, 1950’lerde meşhur olmuş, en son Galata Köprüsünü kiraya verirken yakayı ele vermiş dolandırıcı. Bir gün elinde sahte altın bileziklerle sarrafın kapısına gelir. Dükkânın kapanış saatinden 5 dakika sonra. Ah-vah ederek, dövünerek… Yandaki dükkânlardan bir iki esnaf yanına gelir. Sülün’ün karısı hastanede doğum yapmak üzeredir, ama beklenmedik masraflar çıkmıştır, bilezikleri bozdurması gerekmektedir.  Bilezikler en az 500 lira edecektir, ama sarraf yoktur. Yandaki esnaf ‘sırf iyilik olsun’ diye bileziklere talip olur, ama 200 lira verecektir. Sülün boynu bükük teslim edip sahte altın bilezikleri, kaybolur. Ertesi gün ‘duyarlı’ esnaf (mahalleyi tahmin edin, yazmayacağım) bilezikleri bozdurmaya gidince dolandırıldığını anlar. Sülün Osman yıllar sonra bu olayı anlatırken, kendi suçunu kabul eder: ‘Ama ben sadece beni dolandırmaya yeltenenleri, (karşısındakinin zaafını görüp uyanıklık edenleri) dolandırdımder.

Duygumuzun neresinde olalım?

Sosyal medyada bir cevap yetiştirme arzusunu en çok ne zaman hissediyorum? Apaçık yalan söyleyen, kendi yaptıklarını ve söylediklerini pişkince yok sayıp başkalarına sataşan, başkalarını aşağılayıcı veya tehdit edici yorumlar yapan, 5-10 kişi bir araya gelip bir kişiye yüklenen postlar okuduğumda. Şaşıracak bir şey yok. Duygularımızı en çok tetikleyen, neredeyse hiç düşünmemize gerek kalmaksızın tepki vermemizi doğuran durumlar binlerce yıldır aynı: haksızlık (öfkelendirir), aldatmaca (öfkelendirir).

Üstelik bu reflekslerimiz vücudumuza yerleşiktir, tepkimizi ta içimizde hissederiz; yalancı yönetici midemizi bulandırır, haksızlık isyan duygumuzla beraber kalbimizi de yerinden fırlatır. Bu duygulardan kaçış yoktur. 

Yine de harekete geçmeden önce biraz bekleyebilirsem düşünceler çıkagelir: Kaçamayıp da duygunun etkisiyle hareket ettiğimde haksızlığı ve aldatmacayı pekiştirmiş ve güçlendirmiş olur muyum? Haklı çıkmak için hiç bir şeyden çekinmeyen pişkin bir yalancının ağzının payını vermenin ne manası var?  Laf yarışında her zaman birinci gelecek ustalıkta ve güçlüden, kazanandan yana olmayı kendine hayat tarzı belirlemiş olanla polemiğe girilir mi? Bu akıl yürütmeler sırasında ilk baştaki duygunun yoğunluğu azalır.  Öfke yatışır. 

Yerini neyin alacağı öfkelenmeden hemen önceki durumumuza bağlıdır. Adaletsizliğe tepki verdiysek, adaletin kendi hayatımızdaki yerine bir kez daha bakmamız gerekir. Kendi yaptığımız haksızlıkları gözden geçirmeliyizdir önce. Aldatmaca ya da güçlüye yanaşma arzusu midemizi bulandırdıysa, kendi ikiyüzlülüklerimizle, gerçeği saptırmış olmamızla yüzleşmeliyizdir. Duygumuzun bizi önüne katıp sürüklemesini istemiyorsak, duygumuzu sırtına bineceğimiz ve istediğimiz yere götüreceğimiz ‘bir uçan fil’ gibi yaşamak istiyorsak, kendi sırtımızdaki geçmiş yükleri de atabilmiş olmalıyızdır. Bu bir kefaret ya da ödeşme değildir. Belki özeleştiri budur.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün