Hayatı nasıl yaşıyorsunuz?
Olduğu gibi mi?
Olması gerektiği gibi mi?
Büyülenmiş gibi mi?
Bence üçüncüsünü yapın; çünkü en büyük sır öyle açığa çıkacak, en güzel yolculuk onunla bitecek ve en mucizevi hal onun sonunda gelecek. Engel olmaya çalışanlara, sizi hayalperest olmakla suçlayanlara, içten içe aşağılayanlara inat; devam edin hayata böyle büyülenmiş gibi bakmaya…
Hiçbir zararı yok çünkü.
Hayat, kendi yolunda bir su gibi kıvrıla kıvrıla akmaya devam eder zaten. Gideceği yer, önceden bellidir. Sizin iradenizle şekillense de varacağı yer, biteceği zaman belirlidir. Sizin yapacağınız tek şey, ona büyülenmiş gibi bakmaktan geçer ancak... Sahiden de büyülüdür aslında hayat. Yeter ki siz; onun gölgelerine saklanan, kapıların arkasında durmayı seçen, yer altı suları gibi fışkırmayı bekleyen hallerini fark edip onlara hak ettikleri şekilde bakmayı seçin.
Hayat, Tanrı’nın bize armağan ettiği en değerli gibi görünen ama en geçici, sınav sorularıyla dolu, bizi daha iyi bir insan olma yolunda büyüten bir yolculuk adeta…Büyük, sonsuz ve sınırsız alemde zaten çok da ciddiye almaya gerek yok onu.
Basit ve asıl olana bir adım gibi tasarlanmış bir yolculuk… Hepsi bu.
Gidenlerin hiçbirinin geri dönemediği düşünülürse üstelik; sonuç, ayan beyan ortada.
O zaman, ona büyülenmiş gibi bakmayı seçmekte ne zarar olabilir ki?
Nasılsa geçecek, bitecek, unutulacak…
Bari onun içindeyken, onu yaşarken; ona kendimize ait ayrıntılar ekleyip kendimiz için onu daha güzel, daha yaşanır, daha bizim hale getirmekte ne sakınca var ki?
Bir yere gitmek midir aklınızdaki? Gidin.
Birine onu sevdiğinizi söylemek mi istiyorsunuz? Söyleyin.
Bir ilişki yaşamak mı istiyorsunuz? Yaşayın.
Kimsenin onaylamadığı bir okul mu kaldı aklınızda okumadığınız? Okuyun.
Hatta neredeyse yanlış bir şey mi yapmak istiyorsunuz? Kimseye bir zararı olmayacaksa yapın diyeceğim neredeyse…
Daha basit ayrıntılar bile sizi mutlu edebilir aslında… Yeni bir telefon almak, bir davete yeni bir çantayla katılmak, uzun süre üstünde yükselemediğiniz topukların üstüne çıkıp hayata oradan inatla bakmak… Yıkılmak üzere olan bir otelde davet vermeyi hayal etmek ya da alışık olduğunuz kumsallarda çıplak ayak yürümek; en güzel yazıları, en doğru zamanlarda yazmak; en güzel içkileri en doğru insanlarla, en hakiki ortamlarda, en doğru zamanlarda içmek... En güzel sözleri, en doğru zamanlarda söylemek; en doğru kararları, en doğru zamanlarda vermek ya da en yanlış kararların atında bile bile ezilmek gibi bir niyetiniz varsa kimseyi dinlemeyin.
Hayat bir kere ve çok kısa…
Aslında yok gibi; o kadar sıradan, fani ve değersiz…
Ve bir o kadar da değerli, güzel, sağlam ve mucizevi… Nasıl bakmak isterseniz öyle… Neresinden tutmak isterseniz, onu oradan yakalayın. Hangi zaman değerliyse orada kalın. Sizin için en önemli kimse, ona tutunun.
Ama…
Kimsenin, hiç kimsenin hayata büyülenmiş gibi bakmanıza engel olmasına izin vermeyin.
Çünkü o mucizeler hep olmak içindir. Zaten onun için adına mucize denir. Siz hayata büyülenmiş gibi bakmaya devam ettiğiniz sürece o, size en güzel sürprizleriyle gelmeye devam edecektir.
Zaten hayat bu değil midir ki? Bilinmezlik, sonu belli bir yol ve sanal bir planlama… Madem başından sonuna kadar yok gibi bir gerçeklik, o zaman onu sonuna kadar var olan bir hakikat yapmak ve sonrasında bu hayatın kahramanı olarak ona uzaktan bakmak için daha ne bekliyorsunuz? Nermi Uygur’un dediği gibi: Değil mi ki ölüm var. Hiçbir şeyin tadı yok; değil mi ki ölüm var, öyle tatlı ki her şey…
Hayata büyülenmiş gibi bakmaya devam edin…
Bakamayanlara gülümseyerek…