Onu önce ‘Kimsin Jak Samanon’ kitabıyla tanımıştım. Bir cemaatin yaşam biçimi, iç sorunları, içinde bulunduğu çoğunluk ortamının bireyleriyle ilişkileri, Hasköy’ün dağılan imparatorluk içindeki zorluklar içindeki Yahudileri, adeta bir film setindeymiş gibi biyografiyi yaşamıştım. Lizi Abla bir biyografi ustasıydı. Büyüklerimizin bile unuttuğu birçok detayı bu eser sayesinde öğrenmiştim.
Diğer bir feyz aldığım eseri ise ‘Türkiye’de Aydınların Gözüyle Yahudiler’ kitabıydı. Gözlem’den çıkan bu eserde, Türk Yahudileri, 1992 yılında Türk topraklarındaki yaşamlarının 500. yılını kutlarken, beş asrı aşkın bir süredir bu topraklarda yaşayan ve kendini toplumun bir parçası olarak gören Yahudiler hakkında Türkiye’de edebiyatçılar ve aydınlar ne düşünüyorlardı, sorusu yöneltilmişti. Kitapta çok samimi ve bizlere de kendimizi sorgulatan örneklere rastlamıştım. Dilerim Liz Abla’nın anısına bu kitabın 2026 versiyonunu Şalom olarak gerçekleştirebilir, aradan geçen 34 yılda gittikçe görünmez olmuşken nelerin değiştiğini gözlemleyebiliriz.
Şalom Gazetesine uzun yıllar hizmet veren, entelektüel birikimiyle bizlere ışık tutan, değerli ablamız Lizi Behmoaras’ı 15 Şubat’ta kaybettik. En son ‘Lale Pudding Shop’ kitabını okumuş ve ne mutlu ki, iki sene evvel kendisiyle yurtdışından gelen Paris’teki kuzini ile birlikte Yeldeğirmeni, Kadıköy ve Moda’da keyifli bir gün geçirmiştik. Mario Levi Hoca’dan, anılardan bahsettiğimiz o günde, ben Lizi Abla’ya tur yapmaya niyetliyken, müthiş bilgisi ile bol bol not almıştım…
Bu zamansız kayıplar bizlere yakınımızdaki değerlere, bizleri bilgiyle besleyecek büyüklerimize daha da çok vakit ayırmamız gerektiğini hatırlatmakta. Sanırım kendisine kendimi yakın hissetmemdeki sebeplerden biri de Liz Abla ile yapılan sözlü tarih çalışmasında da belirttiği gibi hayatı boyunca İstanbul’da yaşaması ve İstanbul’dan başka bir yerde yaşamayı düşünmemesi, Kuzguncuk’u da çok sevmesidir. Yolu ışık olsun, eserleriyle bizlerle yaşamaya devam edecek…
***
Binlerce yıllık sarnıç masaj salonu olursa…
Ayşe Arman’ın sosyal medya paylaşımında Ayasofya’nın yanındaki “1500 yıllık sarnıcın bir otel bünyesinde spa olarak kullanımını” eleştirmesi sonrası bazı dostlarım “Haberin var mı?” dercesine paylaşımı bana yollamış.
Son üç senedir, her ay düzenli tertiplediğimiz ‘Gece Gece Sarnıçlar’ turumda maalesef bölgedeki bu tarz uygulamaların yanlışlığını dile getiren biri olarak önce basınımıza sonra da yetkililere “Yeni mi gördünüz?!” demeden edemiyorum. Bütün yaz, sosyal medyada ciddi bir reklam kampanyası yapan, “1500 yıllık sarnıçta yüzme keyfini yaşayın” diyen bir işletme sizce bunu izinleri almadan mı yapmıştır? Maalesef asıl yanlış olan, Soğukçeşme Sokağı’nda rahmetli Çelik Gülersoy’un mirasının üzerine tamamen maddi odaklı bir çalışmanın yapılmış olmasıdır.
Sosyal medyadan konuya ilgi gösteren dostlara, daha benzer on tuhaf uygulamayı da Sultanahmet’te kısa bir turla gösterebilirim…
Dilerim bir gün Nea Roma olarak Roma kültürünün de mirasçısı olduğumuzu ve tarihi yarımadada her aşamada bunu gözardı etmememiz gerektiğini hatırlayabiliriz…