Son zamanlarda, sözcüklerin kökleriyle yeniden uğraştığımı fark ettim. Dil, yaşayan bir varlık. Bazen, bazı kelimeleri uyutur hatta öldürür; farkına bile varmayız. Ne zaman ki bir sebeple onları yeniden kullanmak zorunda kalırız; bunun kökü neydi, nerede kullanırdı, diye yeniden düşünmeye başlarız; canlanır zihnimizde bir yerlerde asıl anlamları… Bu günlerde öğrencilerime sözcük yapısını anlatmamın da bu yazıyı yazmamda etkili olduğunu inkar edemem çünkü bazı türemeler dilde artık yok, bunların da farkına varmalarını sağlamam lazım derken, kendimi yepyeni bir farkındalığın içinde buldum. Önem ve öncelik kelimelerine takıldı aklım... İkisi de ön kökünden türemişti ama aynı mıydı gerçekten? Yüklendikleri anlamlar aynı gibi görünse de bana göre çok farklıydı anlamları...
Hayatta bizim için neler, kimler önemli; neler, kimler öncelikli diye düşündüm.
Sözcüklerin eş anlamlıları, ayrımlarına varmama yardımcı oldu. Ne kadar en fazlasını, birçok kişiye göre en doğrusunu bildiğimi iddia etsem de dil, beni zaman zaman yanıltmayı -inanın bana- hâlâ başarıyor. En sadık yârim, her zaman TDK olur böyle durumlarda…Yine onun kapısını çalınca iki sözcüğün aynı kökten türemekle beraber aynı olmadığını, birinin içinde saklı kalan o derin ifadenin onu diğerinden bir adım öne geçirdiğini memnuniyetle gördüm.
Aynı olamazlardı zaten…
TDK’ye göre tanımlar şöyle:
Öncelik: Bir şeyin başka bir şeyden veya şeylerden daha önce olması veya yapılması durumu; evvellik, rüçhan, takaddüm.
Önemli: Önemi olan; mühim, ehemmiyetli, mihver.
Kısaca bana göre; öncelik, mecburi; önemli ise mühim olan… Mühim o kadar mühim bir kelime ki… Akan suları durdurur.
Öne çıkardığınız, ön sıraya koyduğunuz kişi, konu ve durumları tek tek düşünün. Kaçı sahiden mühim, kaçı mecburi? Kaçını sahiden öne koyardınız, kaçı kendiliğinden en önde olurdu zaten?
Birinin içindeki o derin anlam, mühim sözcüğüydü. Osmanlıcayı, ister sevelim ister sevmeyelim; onun altı yüz senelik saltanatı, kolay kolay kaybolmuyor. Bir kelime, bütün kilitleri açtı bir anda:
Mühim.
Demek ki dedim kendi kendime; öncelikler başka… Yapılacak işler, yerine getirilecek sorumluluklar, hayatımızda zorunluluk halinde ne varsa bütün ayrıntılar öncelik bizim için… Yatırılacak paralar, ödenecek borçlar, yarına yetişecek işler, aniden gelişen bazen lüzumsuz ayrıntılar… Bütün bunlar istesek de istemesek de öncelik…
Peki ya önemli olanlar?
Nam-ı diğer mühimler?
İçimizde, en derinimizde bulunanlar?
En doğru, en güzel, en özel zamanlarda görmek istediklerimiz; en doğru zamanda yapmak istediklerimiz; kıyamadığımız için en’leri beklerken belki de hiçbir zaman en öne yerleştiremediklerimiz?
Dil, bize oyun oynar.
Aynı şeyleri düşündüğümüzü, dile getirdiğimizi, gerçekleştirdiğimizi düşünürken bambaşka durumlara saplanır kalırız.
Ağzımızdan ne çıktığını, zihnimizden ne geçtiğini, kalbimizde neyin saklı olduğunu düşünerek bakmamız lazım hayata… Laf kalabalığı yaptığımızı zannederken dilin zalim avcı tarafına av olmamız işten değildir.
Kimin, neyin, nerenin, ne yapmamız gerektiğinin, kısacası hayatın ilk sırası önemli olanların yeridir. Öncelikli olalar, bazen sadece doğru zamanda sıraya giren durumlar, kişiler, işlerdir.
Bazen onlardan feragat etmek gerekir.
Asıl olan; evvel olan değil, mühim olandır.
O zaman önemli olan, önemli olanlarımızın kıymetini bilmektir.
Çünkü hayatta önceliklerimiz zaman geçtikçe değişir ama önemlilerimiz, ölene kadar öndedir.