Quo Vadis, Trump?*

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
12 Mart 2025 Çarşamba

Geçtiğimiz haziran ayında sadece bir haftalık bir seyahat için uzaya gönderilen biri kadın diğeri erkek iki NASA astronotu, onları Dünya’ya geri getirecek kapsül arızalanınca dokuz aydır uzay aracında mahsur kalmıştı. Şimdi de yeni kapsülü bekliyorlar dönmek için.

Donald Trump’a geçtiğimiz hafta bu konuda ne düşündüğü sorulduğunda, “Evet biliyorum. Biden ve Kamala’nın orada bıraktıkları ikiliyi en yakın zamanda geri getireceğiz. Elon Musk’a emri zaten verdim. Umarım astronotlar birbirlerinden hoşlanıyorlardır. Belki de âşık olmuşlardır, bilemiyorum” demişti.

Bu ultra absürt ama kimilerine hoş bir espri gibi görünen Trump retoriği karşısında herkes gülüp “Trump’tır, normaldir” deyip geçiştirdi.

Ancak aynı günlerde Oval Ofis’te yanına yardımcısı JD Vance’ı alarak Ukrayna Başkanı Zelenskiy’e canlı yayında, tüm dünyanın önünde gösterdiği tavır akıl alacak gibi değildi. İttifak içinde olduğu bilinen bir ülkenin başkanına gösterdiği nobran küstahlık tarihe bir başka Trump ucubeliği olarak geçecekti.

ABD ve müttefiki AB’nin yıllardır Rusya zulmüne karşı korumaya çalıştığı Ukrayna’ya, Batı kültürü ve değerleri sahibi olan bir dünya lideri ülkenin yeni seçilen garip başkanı tarafından, sanki nefret edilen eski sevgili muamelesi yapılmasını ve bu yetmezmiş gibi Batı’nın tarihi düşmanı Rusya’nın açıkça yanında konumlanılmasını tüm dünya şok içinde seyretti.

***

Putin’e muhalefeti nedeniyle defalarca hapse girmiş ve 2013’te ailesiyle New York’a göç etmiş dünya eski satranç şampiyonu Rus Garry Kasparov bu felaket sahnesini gördükten sonra şöyle diyor: “Trump’ın neden sapkınca bir sadakatle Putin’in yanında olduğunu tam bilemeyiz. Keza Musk’ın da neden Trump ve Rusya’nın yanında yer aldığını da. Ama bildiğim tek şey, ABD’deki bu siyasi durum iki binli yılların başında Rusya’da yaşadıklarımı hatırlatıyor. Demokrasi büyük bir tehdit altında, şimdi de ABD’de.”

ABD’li ünlü ekonomist ve akademisyen Joseph Stiglitz ise Trump’ı alabildiğine eleştirirken, şöyle diyor: “Artık ABD’nin Avrupa’yı sadece kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece destekleyeceği açıkça anlaşılıyor. Uluslararası hukuk ve anlaşma yükümlülükleri onun için hiçbir şey ifade etmiyor, tıpkı Putin için bir şey ifade etmediği gibi.”

İsrailli ünlü diplomat ve tarih profesörü Elie Barnavie ise çok daha sert bir retorik kullanmış Trump için:

Psikopatların başı, aptallar ve çıkarcı siniklerden oluşan bir koalisyonun desteğiyle Beyaz Saray'a yerleşti. O, kendine özgü bir fenomen. Bir bebek gibi benmerkezci, üç tutarlı cümleyi bir araya getirmekten veya dikkatini toplamaktan aciz, mitomani hastası ve gerçeklere aldırmayan biri...”

İşin ilginç tarafı ise Trump’ı eleştiren bu üç ünlünün de Yahudi asıllı olması.

İsrail’i ‘ölümüne’ desteklediği görülen Trump’ı, ‘İsrail için iyiyse Trump da iyidir’ gibi bir kabileci yaklaşımda bulunmayıp evrensel değerler bağlamında eleştirmeleri, Yahudilik kültürünün sorgulayıcı, biat etmeyen ve doğrulara ulaşma yolunda aklın kadim melekelerini kullanan kodları adına tarihi bir tepki olarak kayda geçmiş oluyor.

***

Trump’ın ABD’nin konvansiyonel dış politika çizgisini değiştirip Batı ile arasına ciddi mesafe koyması ve akabinde tarihi düşmanına yaklaşmasını, kimi siyaset bilimcileri tarihte birçok kez uygulanan kendine özgü bir ‘gerçekçi’ siyaset ile ilişkilendiriyor.

‘Gerçekçi siyaset’, mahallenin reisi olma yolunda zorba büyüklerle savaşmaktan kaçınıp, küçükleri ezmekten geçiyor. Bu siyaset, Rusya ile dalaşmanın kendi menfaatine aykırı olduğunu düşünürken, bu yolda müttefiklerini ve sonra da zayıfları terk etmeyi de gerektirebiliyor, tıpkı Trump ve takımının uygulamaya başladıkları yeni siyasette olduğu gibi. Kim olurlarsa olsunlar güçlülerle birlikte olmak ve zayıfları da ezmek tarihte birçok kez görülmüş bir emperyalizm pratiği. Amaç kendi çıkarlarını maksimuma çıkarmak…

Bunlardan en eskilerden birinin Antik Yunan tarihinde gerçekleştiğini hatırlamamak mümkün değil.

MÖ 5. yüzyılın başında güçlü Atina Devleti topraklarını genişletme yolunda Ege Denizi’nin güneyinde bağımsız bir küçük ada olan Milos Adası’nı ele geçirmek ister. Atina yönetimi adaya elçiler yollayıp eğer teslim olmazlarsa adanın tüm erkeklerini katledeceklerini, kadın ve çocuklarını da esir alacaklarını bildirir. Zayıfı ele geçirme gibi ‘gerçekçi’ siyasete karşın Milos yöneticileri bir anlamda ‘gerçekçi’ bir kabullenme göstermezler ve Atina’nın tehdidine olumsuz cevap verirler. Atina’nın topyekûn saldırısına maruz kalan Milos felakete uğrar, tüm erkekleri katledilir. Ada, Atina askerleri tarafında yağma edilir, tüm sosyal ve kültürel varlığı yok olur…

Bu vahşi süreç, dönemin ünlü tarihçisi Tukidides'in ‘Peloponez Savaşı Tarihi’ adlı eserinde, Atinalıların adalet ve ahlak ilkelerinin aksine, iktidarın kudretini savunmaları ve yayılmacılığın acımasız gerçekleri olarak belgelenir.

Şöyle bitirir eserinin bu bölümünü: “Güçlüler yapabildiklerini yapar ve zayıflar bunun acısını çekerler.”

Ancak sonrası Atina için iyi olmaz. Bu işgal, yağma ve emperyal saldırganlık karşısında bölgedeki diğer devletler Sparta Devleti etrafında birleşirler ve Peloponez Savaşları sonucunda Atina tüm gücünü kaybeder…

Yakın tarihte de Hitler küçük ülkeleri yutarken Stalin’le imzaladığı saldırmazlık anlaşmasının nereye evirildiğini gördü tüm dünya.

***

Trump ve ekibinin, sağ woke rövanşizmi ve köhnemiş 19. yüzyıl usulü jeopolitik ve ticaret aklı olarak nitelendirilebilecek bu sözde reel politik yaklaşımının ayakları yere basmazsa, başta kendileri, Batı ve demokrat dünya olmak üzere tüm dünyanın kaosa sürükleneceğini iddia etmek için müneccim olmaya gerek yok.

Bin bir çeşit faktörün ve denge unsurunun olduğu dünya siyasetinin deneme tahtası olamayacak kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğunu Trump ve takımına anlatmak lazım.

Rusya’nın anlatmayacağını biliyoruz.

En azından Trump’a, Milos Adası işgalinin öncesini ve sonrasını hatırlatmakta fayda var.

*Nereye gidiyorsun Trump?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün