En son ne zaman kelebek gördünüz? Bahçelerin, kırların rengarenk kanatlı süsleri iyice azaldı değil mi? Pazartesi sabahları yeni adıyla Apaçık Radyo’da karikatür anlatıcılığı yapıyorum ya, geçenlerde elime tuhaf bir karikatür geçti. Kevin Kite ile Michel McCauley ikilisinin imzasını taşıyan bu karikatürün kahramanı devasa bir kelebek… Hani Amerika kıtasında ‘imparator kelebek’ diye adlandırılan, genelde ‘kral kelebek’ olarak tanınan, kanatlarındaki çekici renkleriyle gözleri kamaştıran, koleksiyoncu kılıklı acımasız kelebek avcılarının peşinden koştukları, bırakın büyük şehirlerde, artık kırsal alanlarda bile çok nadiren görülen, rengarenk büyük kanatlı, güzel, narin bir varlık…
İşte karikatürdeki bu kral kelebek, nasıl olmuşsa -ki bilirsiniz, karikatürlerde her şey olabiliyor- bir psikiyatri merkezindeki doktor kanepesine uzanıyor ve dile gelip büyük fobisini paylaşıyor, “Bana bir sakinleştirici verin doktor, neslimin tükenmesinden korkuyorum” diyor. Aslında “neslimi plebisitlerle zehirleyerek yok etmek istiyorlar” deseydi de gerçekçi olacaktı.
Biliyorum, bu espri size sıradan gelebilir, zira son yıllarda gezegenimizde pek çok canlı türünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu çevreciler tarafından sıklıkla dile getiriliyor. Böcekler, kelebekler, nesilleri tehlikede olan türlerin önde gelenleri. Bilim insanları son yapılan bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Buna göre, dünya genelindeki kelebek popülasyonu 2000-2020 yılları arasında yüzde 22 oranında azalmış. Kelebek nüfusundaki bu düşüşün nedeninin yaşam alanı kaybı, tarım ilaçları (plebisitler) ve iklim değişikliği olduğunu belirtiliyor.
Bu noktada kral kelebeğin durumu çok daha trajik bir hal alıyor. Bilindiği gibi, pek öyle çekici görüntüye sahip olmayan tüylü tırtılların görkemli kelebeklere dönüşmeleri çeşitli öykülere esin kaynağı olmuştur. Mitolojide psikolojinin kökenini teşkil eden kelebek kanatlı tanrıça Psykhe’nin (Psiko), insan ruhunu aşkla (Eros) buluşturduğu anlatılır. Anlatmaya çalıştığım karikatürün kahramanı olan kelebeğin psikolojik tedavi görmesi rastlantı değil.
Kelebek, ruhun yeniden doğuşunun, çirkinlikten güzelliğe dönüşmesinin sembolüdür. Kral kelebek ise yaşama sıkı sıkıya bağlı olan bir kanatlı böcek türüdür. En önemli özelliği, gezegenimizi tam dört nesil boyunca çepeçevre kat edebilmesidir. Önceden görüp bilmediği binlerce kilometrelik bir güzergâhı, yanlış yollara sapmadan tamamlayan kral kelebeğin beynine sanki doğal bir navigasyon cihazı yerleştirilmiştir. Büyük bir azimle kanat çırparken, tek amacı kendisinden sonra yolculuğu sürdürecek nesillerin nihai hedefe ulaşmalarıdır. Oysa hepimiz biliriz ki kelebeklerin ömrü çok kısadır!
Fakat kral kelebek, bu zorlu yolculuk esnasında korkunç fırtınalara yakalanıp şiddetli rüzgarlarla zaman zaman rotasından sapsa da asla yönünü şaşırmaz. Kendi popülasyonu içinde‘ölümsüz’ edilen tek türdür, pes etmek nedir bilmez! İnancının peşinden giderken ne yapar eder başlangıç noktasına ulaşır!
İşte bu kelebek, bir karikatür karesinin içindeki kanepeye uzanmış, karşısındaki terapiste derdini açıyor, “Beni engellemek, neslimi yok etmek istiyorlar” diye yakınıyor. İster istemez insanın içi cız ediyor, öyle değil mi? Bu durumda hastasını tedavi için doktor ne yapsın? Kelebeğin yaşam alanı kaybını gideremez, tarım ilaçlarının kullanılmasını engelleyemez, iklim değişikliğini durdurmak için elinden hiçbir şey gelmez. Yegane çaresi hastaya teskin edici bir ilaç yazıp, evine göndermek. Yani nedeni değil, sendromu tedavi edebilir ancak.
Doktorun vereceği hapla kelebeğimiz artık o önlenemez sona doğru bu kez artık hiç endişe duymadan, umursamazca kanat çırpacak ve istenmeyen acı son ne yazık ki çok geçmeden gerçekleşecek: Kral kelebeğin nesli şöyle ya da böyle tükenecek!
Şimdi bir an için duralım ve kral kelebeğin yerine kendimizi ya da bir adım daha atıp insanlığı koyalım. Savaşlar, salgınlar, iklim krizi… Göz göre göre korkunç sona yaklaşıyoruz! Neden, niçin, nasıl olduğunu söyleyenler var, fakat onları dinlemiyoruz. Nedenlerin kökenine ineceğimize, onları kurutacağımıza, bize verilmek istenen uyuşturucuları alarak oyalanıyor, başımızı kuma gömmeyi yeğliyoruz. Artan işsizlik, enflasyon, göçmenler, ırkçılık, nefret söylemleri gibi semptomları nedenlerini araştırmadan, geçici ve de çoğu kez yanlış yöntemlerle tedavi etmeye çalışıyoruz. Semptomların üzerini yara bandıyla örtünce sorunların çözüleceğini zannediyoruz, oysa onları var eden nedenler kök salıp her geçen gün güç kazanıyor.
Ayrıntılara girmek istemiyorum. Son zamanlarda bazı dünya liderlerinin eylemlerine bakıyorum, 1930’ları çağrıştıran davranışlar içindeler. Zannedersiniz ki yakın tarihi hiç okumamışlar, geçmişte yaşananlardan hiç ders çıkarmamışlar. Onların cahil olduklarına inanmıyorum. Bence tam aksine, bile bile kalınan yerden devam etme niyetindeler! Sanki kral kelebeğin yolunu kesmeye, onun neslini tüketmeye and içmişler. Bizden sonrası tufan diyorlar. Fakat korkarım o dalganın kendilerini de yutacağını kestiremiyorlar. Kral kelebeğin neslini kuruturken kendi neslimizi yok ettiklerinin farkında değiller!
Bu yazı da böyle oldu. Eskiden bazı kıdemli köşe yazarları, dile getirmek istediklerini yazmakta zorlanınca fasulyenin nimetlerinden söz ederlerdi, ben sizi kral kelebeklerin âlemine götürdüm, sürçü lisan ettiysem affola…