‘Woke’, ABD solunun yaratmış olduğu bir terim.
Woke (uyanık) olmak, başlangıçta zencilerin ABD’de uğradığı haksızlıklara işaret eden… sonradan, kadın ve LGBT+ haklarını da kapsamına alan… şimdi ise, tüm dezavantajlı kişilerin hakkını savunma ve kayırma iddiasında olan, devrimci bir hareket.
Devrimci olmanın kaderi, her devrimin karşı-devrimini davet etmesidir. İnsanlar değişik yönlerde düşündükleri için, kimi insan devrim yapmayı yeğler, kimisi de devrim yapacağına, Elon Musk gibi, olayın kendi istediği yönde evrilmesini sağlamaya çalışır.
Musk, birkaç yıldır, solcuların ‘woke zihin virüsünden’ muzdarip olduğundan, bunların fikir ve eylemleriyle, ifade özgürlüğünü tehdit ettiklerinden yakınıyordu.
ABD yüksek mahkemesi, ‘olumlu ayrımcılığın’, yani dezavantajlı kişileri kayırmanın yasal olmadığına karar vererek Musk’a katılınca, birdenbire işe alma kriteri, zenci veya kadın olmaktan, insanın yapacağı işe yeterli olması gerekmeye başladı.
Trump, başkanlığa seçilir seçilmez, devlette ‘çeşitliliğe’ son vereceğini, mesela cinsiyet değiştirmiş (transseksüel) olanları, ordudan ihraç edeceğini duyurdu.
Walmart ve Amazon yöneticileri, kendi bünyelerindeki çeşitlilik departmanlarını kapatmaya karar verdiler.
Mark Zuckerberg, bir zamanlar “me too” ve “black lives matter” hareketlerini desteklemekle övünüyorken, işe artık kadın almayacağını, şirketinin erkeksi enerjiye ihtiyacı olduğunu duyurdu.
Desteklemeleri doğal olanlar dahi inanç kaybına uğradılar: örneğin ABD eski başkan yardımcısı Kamala Harris ‘woke’ olmaktan; İngiltere başbakanı Starmer de, transseksüelleri desteklemekten vazgeçti.
Daha önceleri, kendilerini eleştirenlerin ‘faşist’ olduklarını ileri sürmekle yetinen aktivistlerin işi giderek zorlaşmaya… eleştiriler yalnız “sağcılardan” değil, Sam Harris ve Susan Neiman gibi, kendilerini “solcu” olarak tanımlayan ünlü kişilerden de gelmeye başladı.
Black Lives Matter hareketi, ‘beyaz şiddetinden’ söz ederken, insanları ikna etmeyi değil, harekete katılmalarını bekliyordu adeta… Sanki beyaz insanın şiddet göstermesi, ‘varsayılan’, ‘bilinen’ bir şeymiş gibi.
Floyd’un beyaz bir polis tarafından öldürülmesinden sonra, 20 milyon Amerikalı nümayişe katıldı; ırkçılıkla ilgili olduğu düşünülen eski ünlülerin heykelleri kırıldı; eşcinsel haklarının korunmasını savunan hemen herkes, sosyal medya profillerine “gay” sembolü gökkuşakları koymaya başladı.
Black Lives Matter aktivistleri Portland’ı aylarca işgal ettiler ve milyonlarca dolarlık zarara mal oldular. “Polisin parasını kes” (defund the police) hareketi de, polisin yasal yaptırım uygulamasını, dolayısıyla insanların hayatlarını zorlaştırdı.
***
Bugün ise, çok sayıda ‘ilerici’ ya da ‘solcu’, gevezelik etmektense sessiz kalmayı yeğliyor… çünkü konuşurlarsa, yalnız ‘sağcılarla’ değil, kendi yetersizlikleriyle de mücadele etmeleri gerekecek.
“Beyazların iltimas gördüğü” anlamına gelen beyaz ayrıcalığı; erkeğin doğasında, kadın ve gay düşmanlığı olduğunu belirten toksik erkeklik; insanın doğal cinsiyetinin, hissettiği cinsiyetle aynı olmayabileceğini telkin eden cisgender ve fahişe anlamına gelen seks çalışanı gibi yeni sözcükler, lügatlara girdi.
İnsanlar, birer birey olarak değil, ait oldukları gurubun parçası olarak, ‘homoseksüel’, ‘kadın’, ‘zenci’ olarak tanımlanmaya başlandı.
Bazı yazarlar, kendi beyazlıklarına bakmadan, işi abartıp “beyazların doğaları gereği ırkçı” olduklarını yazmaya başladı. Eskiden sınıf farkı konuşulan ‘entel’ toplantılarında, ten rengi ve cinsiyet konuşmak moda oldu.
2015’te tüm Oscar ödüllerinin beyaz oyunculara gitmesi, bardağı taşıran damla oldu. ‘Woke’ insanlar, sanki beyazlar ödülü hakketmiyorlarmış gibi bir tavır takındı.
Kalabalıklar, “Bu kadar insan yanılıyor mu?” diye düşündüklerinden, karşıt fikirlere tahammülleri yoktur… Çoğunluğun ‘woke’, ‘solcu’ veya ‘sağcı’ olduğu bir ortamda, taraftarlar da, öğrenmektense öğretmeye ve cezalandırmaya daha meyilli olur.
Floyd’un öldürülmesi korkunç bir şeydi muhakkak… Ama ölen siyah derili olmayıp, örneğin beyaz ırktan biri olsaydı, olayın bu kadar abartılmayacağına inanıyorum.
Eğer solcular, ‘woke’ hareketi gibi, gurup kimliğini öne çıkaran ilkel bir konuya odaklanmayıp, sosyal adalet ve dayanışma gibi evrensel bir sorunla uğraşsalardı, söyleyecek çok şeyleri olurdu. Bunların eskimiş ve ‘modası geçmiş’ kavramlar olduğunu düşünmüş olmalılar ki, peşlerini bırakmışlardır.