Çok sıra dışı günlerden geçiyoruz.
Cumhurbaşkanı aday adayı Ekrem İmamoğlu odaklı yürütülen soruşturmaların bir tutuklamaya dönüşmesi ve hem bu gözaltı ile tutuklamalara hem de halkın iradesine karşı seçilmiş bir belediye başkanının yargı kararıyla görevden alınması toplumun büyük kesiminin tepkisini çekti.
Pek çoğumuzun çokça sitemde bulunduğu Z kuşağı, özgürlükler konusunda ne kadar hassas olduklarını gösterdiler ve toplumsal alevin fitilini ateşledi.
23 yıl boyunca iktidarı yönetenlerin kendi iktidarlarının yaşından küçük gençlerin büyük bir kısmını, uyguladığı politikalarla nasıl kaybetmiş olduğunu da gördük. Sanırım bu mevcut iktidar için negatif bir başarı olsa gerek.
Siyaset ve ekonomi iç içedir. Siyasetin aldığı kararlardan ekonomi etkilenir, ağır ekonomik krizler ise siyaseti şekillendirir.
19 Mart 2025 tarihi ileride genç araştırmacılar için referans bir tarih olabilir.
Yaklaşık iki yıldır ekonomi yönetiminin uyguladığı program esnasında hemen hemen iç siyaseti hiç konuşmadık. Politika faizi yüzde 8,5’ten yüzde 50’e kademeli olarak yükseltildiğinde acaba “Siyaset buna izin verir mi?” diye düşündük ama bu süreçte dahi pek fazla konuşmadık.
Mevcut ekonomi yönetiminden önceki ekonomi yönetimi döneminde uygulanan ve bizi ‘ihracatın artacağı, daha da zenginleşeceğimiz ve hatta Çin olacağımız yönündeki’ telkinler, Türkiye tarihinde görmediğimiz bir hızla artan yüksek enflasyona, hızlıca düşen alım gücüne, ekonomide bir günden diğerine patlak veren sorunlara yerini bırakıp, sunulan ‘illüzyonun’ yürütülemeyeceği anlaşılınca, yeni ekonomi yönetimi göreve geldi. Göreve gelirken de ilk bahsedilen ‘rasyonelleşme’ oldu.
Bu rasyonelleşme kısmen gerçekleşirken, bazı kurumlara hiç dokunulmadı ya da belki de dokunulamadı. Örneğin bu rasyonelleşme TÜİK’in kapısından içeri giremedi. Kamuda tasarruf sağlanamadı, Maliye Politikası Para Politikasına yeterince destek olmadı ancak tüm bunlara karşılık gecikmeli de olsa ekonomide normalleşme adımları atıldı. Kur Korumalı Mevduat garabetinden çıkıldı. Merkez Bankası para politikası önlemlerini rahatça uyguladı. Enflasyonda belki beklenen sert düşüş olmadı, talepteki daralma ılımlı kaldı, Türkiye’nin büyümesinden fazla ödün verilmedi ama yine de önemli işler yapıldı, kazanımlar zamana yayılmış şekilde elde edildi.
Bunların hepsi teknik olarak eleştirilebilir. Ben de çokça eleştirdim. Bu eleştirilerin bir kısmı dikkate de alındı. Zaten eleştiriler de bu amaçla yapılmaz mı? Yanlış ya da hatalı olan düzeltilsin diye?
Bir başkası daha farklı düşünebilir fakat hiç kazanım olmadı demek doğru değil. Faizler kademeli olarak inmeye başlamışken, yabancı yatırımcı tahvilden çıkıp, ufak ufak Borsa İstanbul’a geliyor ve hacim artıyorken, artık bambaşka şeyler konuşmaya başlayacağımızı düşünmüştü sanırım herkes.
19 Mart 2025 (Cumhurbaşkanı aday adayı İmamoğlu’nun diploma iptali) ile başlayan süreç uygulanan Ekonomik Programa önemli bir yara verdi. Arkasından tutuklamalar, ülkenin geneline yayılmış gösteriler artık hiçbir şeyin 19 Mart öncesi gibi olmayacağının bir göstergesi.
Elbette “Program tamamen çöktü” demek ne kadar uç bir söylemse hiçbir şey olmamış gibi davranmak ve “Uygulamakta olduğumuz ekonomi programı kararlılıkla devam ediyor” demek de o kadar uç bir söylem. Fakat ekonomi yönetiminin işi hiç kolay değil.
Tutuklamalar arkasından finansal piyasalara yönelik bir dizi önlem alındı. Merkez Bankası, Bankalar Birliği ile acil toplantı düzenledi. Uzun zamandır kullanılmayan likidite senedine can simidi gibi sarıldı Merkez Bankası.
Gideni geri getirmek için dünden daha fazla faiz ödemek lazım artık. Ülkeye olan güven zaten sorgulanırken, şimdi daha da azaldı. Her şeye tekrar başlayacak güç halkta kalmadı. Kamunun zaten tasarruf gibi bir derdi de yok.
Bu saatten sonra uzun dönemli bakınca işler çok daha zor. Üstelik artık erken seçim daha sık gündemde olacak. Seçime gitmek istemeyen hükümet korkak olmakla suçlanacak.
Erken seçim demek para politikasından ve maliye politikasından çıkılmak demek. O nedenle bakmayın siz Borsa’nın 24 Mart 2025 sabahı kuvvetli alımla açılmasına. Borsalar dünyanın her yerinde beklentileri alır, gerçekleşmeleri satar. Borsa her dönemde fırsatlar yaratır. Ülke ekonomisinin en önemli göstergesi değildir.
Bundan sonra gözümüz faizlerde ve Merkez Bankası rezervlerinde olacak. Yukarı yöndeki kur baskısını yatıştırmak için üç günde uzun zamandır biriktirdiği rezervlerin 1/3’ünü sattı Merkez Bankası. Yetmedi örtülü faiz artırımı yaptı. Yani bu yaşanan öyle basit bir şey değil.
İçeride bu gözaltılara dayanak ‘terör suçlaması’ ve ‘yolsuzluk’ olarak verilse de dünyanın en önemli ekonomi finans gazetelerinden Financial Times konuyu böyle okumamış mesela.
Financial Times’ın ‘Mehmet Şimşek'in ekonomik kazanımları tehdit altında’ başlıklı analiz haberinde;
“…Gelişmeler, 2023 yılında enflasyonu keskin bir şekilde düşürmeye yardımcı olan piyasa dostu Mehmet Şimşek'i maliye bakanı olarak geri getirmesinden bu yana elde edilen ekonomik kazanımları tehdit ediyor. Çarşamba günü Türk Lirasının dolar karşısındaki düşüşü, yatırımcıların Cumhurbaşkanı'nın yapısal reformlara olan bağlılığına güvenilemeyeceğinden korktuğunun bir işareti…”
“…Avrupa savunmasını güçlendirmeye ve savaş sonrası Ukrayna için bir güvenlik gücü oluşturmaya çabalarken, NATO'nun en büyük ikinci daimi ordusuna ve gelişen savunma sanayisine sahip olan Türkiye hayati bir ortak olarak görülüyor. Bu arada yatırımcılar da Recep Tayyip Erdoğan'ın 2023'teki cumhurbaşkanlığı zaferinden sonra Ortodoks Ekonomi Politikalarına döneceğine inanmaya başlamıştı. İstanbul'un popüler belediye başkanı ve Erdoğan'ın başlıca siyasi rakibi Ekrem İmamoğlu'nun polis tarafından gözaltına alınması bu umutlara ve Türkiye'de demokrasisi ve hukukun üstünlüğünün geleceğine gölge düşürdü…”
diye görmüş yaşananları (Bkz. yazının Türkçe geniş özeti için 20.02.2025 tarihli Ekonomim Gazetesi).
Çok ama çok zor zamanlardan geçiyoruz. Bozulan ekonomi, yüksek enflasyon kararlılıkla düzeltilir. Ama ülkemiz bir tane. Gençlerimiz, yaşlılarımız, farklı inanç sahipleri ile bu ülkede yaşamaktan mutluluk duymalıyız.
İktidarlar vatandaşını mutlu etmek, yarın endişesini ortadan kaldırmak zorundadır. Bunun için varlar zaten. Seçimler de bunun için. Mutlu eden kalır, mutlu edemeyen gider.
Ve son bir söz, vatandaşın iradesine rağmen aksi hiçbir şey mümkün olmaz.